Arşiv

Şinasi’den beri ağır aksak yürüyen Türkçeye gidiş giderek sür’atlenecek, hep kabul edildiği gibi Reşat Nuri, Refik Halit, Falih Rıfkı’da dil merkezini bulacaktır. Bu noktadan sonra Türkçe tarihinin en güzel örneklerini verecektir.

batı kökenli bazı kelimelerdeki ses olaylarının yazım kılavuzu’na yansıması üzerine

Türkçe söz varlığı çalışmalarını konu eden çoğu araştırmacı Cumhuriyetin ilanından, özellikle de Türk Dil Kurumunun kurulması ve özleşme-özleştirme hareketlerinin başlamasından itibaren Türkçe söz varlığının daraldığını söyler.

Türkiye’de dil tartışmaları ağırlıklı olarak alfabe devrimi üzerinden yürütülmüştür. Alfabe değişimi bir uygarlık tercihi olarak bizzat Atatürk tarafından gerçekleştirildiği için erken Cumhuriyet dönemi aydınları tepki verememişlerdir.

Günümüzde herkesin kolaylıkla erişim sağlayabildiği internet uygulamaları nedeniyle dünya üzerindeki tüm diller, durdurulamaz yayılımla tek bir dile doğru kaymaktadır.

Türk aydını Türkiye’de kullanılan Türkçeyi, Tanzimat’a kadar ‘Türkî” yani Türkçe olarak adlandırdı. Tanzimat Fermanı sonrasında önerilen Osmanlı kimliğine paralel olarak “lisan-ı Osmanî” ve “Osmanlıca” adlandırması yayıldı. Şemsettin Sami ise buna karşı çıkar.

Oğuz boyları ile Oğuz olmayan Türk unsurları arasındaki ağız ve lehçe farklılıkları ile yerleşme tarihindeki bu farklılıklar, Türkiye’deki ağız ayrılıklarının temel sebebi olarak gösterilebilir.

Türkçe ne 16-19. yüzyıllar arasında kullanılan yazı dilini konuşma diline yakıştırmış ve bünyesinde kabul etmiş ne de 20. yüzyılın başında yapılan planlamaların ardı sıra yürümüştür. Dil üzerine düşünceler, planlamalar, müdahaleler bir dönem etkili olmuş gibi görünse de bu etkiler hiçbir zaman uzun soluklu olmamıştır.

Dil öğretiminin başlangıç noktasında yer alan okuma-yazma, iletisi olan her şeyi anlamlandırmayı hedefleyen okuryazarlık sürecine doğru gelişim gösterir. Bu gelişim, yalnızca tek tip bir okuryazarlık sürecinin değil, okuryazarlığın doğasını bir süreç olarak kavramaya dayanan çoklu okuryazarlıkların kapılarını aralar.

Son çeyrek yüzyılın şiirine baktığımızda son derecede çeşitli ve renkli bir dil kullanımı ile karşılaşırız. Bazı şairler şiiri bir dil sanatı olarak görüp Türkçenin içinden imge ve anlam üretmeyi benimserken bazıları dili değil hayatı ve insanı öne çıkarıp oradan kaynaklanan bir biçeme yönelmiştir.

Türkçe sadece bir yanı ile bugün yedi bağımsız ülkenin dilidir. Bunların birbiri ile ilişkisi bile başlı başına uzun yıllar alacak çalışmaların konu edilebilir. Meşhur deyimi ile ‘Adriyatik’ten Çin Seddi’ne kadar’ geniş bir coğrafyada konuşulan Türkçe ile ilgili konu sıkıntısı çekilmeyeceği meydandadır. Bu sebeple biz, geniş coğrafyadaki Türkçeye değil; Türkiye Türkçesine odaklandık. Bazı konular belirledik. İstedik ki odak konularımızı, bu alanda yetişmiş; bu konular üzerine çalışan-kafa yoran; bunları kendine mesele edinmiş uzmanlara soralım.

Geleceğe dair çıkarımlar bugünden bağımsız olarak yapılamazlar. “Olmakta olan nedir?” sorusu, geleceği tahayyül etmeyi de kolaylaştırır. Bir gelecek, şimdi burada olmayan bir geleceğe, olmayan o yere dair tahayyül olan ütopyalar ve distopyalar da şimdinin tarihi olarak nitelendirilirler.

Dijitalleşme ile birlikte aileyi bir araya getiren dinsel ritüeller de sekteye uğramaktadır. Dijitalleşmenin kutsal değerler üzerinde uyguladığı baskı nedeniyle ailevi dayanışma giderek zayıflamaktadır. Bugün gençler, fiziki mekândan kopuk bir şekilde siber evrende evsiz ve sanal bir varlık olarak yaşamaktadır.

TikTok’ta ailelerin ürettiği içeriklere bakıldığında her gün binlercesi üretilen ve yayınlanan bu içeriklerle aile içi ilişkilerdeki kültürel normların olumsuz yönde dönüşeceğini söylemek mümkündür. Şöhrete erişme isteğini de içinde barındıran paylaşılan içerikler, bireylerin bu uğurda aile mahremiyetlerini hiçe saymalarına sebep olmaktadır. Bu durumun ahlaki yozlaşmayı da beraberinde getireceği şüphesizdir.

Reality şovlar o dönemde yalnızca ünlülerin hayatının kamuoyuyla buluşturulduğu, bir anlamda halkla ilişkiler işi olmaktan çıkıp tek bir ailenin boşanma sürecinin konu edildiği, “ucubelerin”, dezavantajlı insanların hayatlarını resmeder bir hale geldi. Bu anlamda 1970’li yılların dönüşüm süreci, reality şov programlarına kapı araladı.

Savaş sebebiyle göç eden aileler daha çok sorunlarla muhatap oluyorlar elbette. Bunlar aile birliğinin bozulması, yolda karşılaşılan güçlükler, ölümler, çocuk, kadın ve erkeklerin kaçırılması, resmi ve gayrı resmi geçişler, göç edilen ülkede yaşanan başlıca ekonomik, kültürel, psikososyal zorluklardır.



Toplam: 315 |  Gösterilen: 1 - 20 1 2 3 4 5 6 >>>