Arşiv

Cumhuriyet’in ilanı, her alanda modernleşme hamlelerinin yapıldığı bir dönemin başlangıcıdır. Böylesi dinamik dönemde alınan kararların ve benimsenen politikaların en somut sunulacağı alanlar da kentler olmuştur. Bir anlamda Cumhuriyet’in başarmak istediklerinin nirengi noktasını kentler teşkil etmiştir. İlk yıllardaki kentleşme politikaları temelde bir sistem oluşturmaya ve bu sistemin uygulanmasını sağlayacak idari ve yasal çerçevenin belirlenmesi üzerine kurulmuştur.

Kurumları koruyacak olan hukuk devletidir, kanunlardır. Fakat korunacak değerlerin ancak küçük bir kısmı yazılıdır. Diğerleri insanların kalplerinde ve zihinlerindedir. Kurum değerlerini koruma görevi herkesten önce kurum yöneticilerine ve mensuplarına aittir. Sonra da bütün millete.

Türk dış politikası çok uzun süre olağan bir seyir takip etti. Bu seyir yakın çevreyle daha fazla meşguldü. Uzak çevreyle de mümkün mertebe mesafeliydi, hatta birçok uluslararası konu Türkiye'nin gündeminde sadece haber olarak yer alırdı ama Türkiye artık bilfiil bu olayların çözümünde aracı rol alma veya onu anlama ve ona çözüm üretme pozisyonunda.

Atatürk döneminde kültürel bir Batılılaşma dönüşümü yaşanmış olsa da Batı-merkezli ve bu havzaya ram olan bir dış siyaset takip edilmemiştir. Daha çok ülkenin bütünlüğünü ve sınırlarını korumak adına Osmanlıdan tevarüs edilmiş olan “savunmacı gerçekçilik” ve “aktif izolasyonizm” politikası takip edilmiştir.

Cumhuriyet, aslında bir hukuk devrimi yapıyor. Aslında Tanzimat'tan itibaren yapılanlara da belki devrim denebilir ama biz devrimi Cumhuriyet'e sakladığımız için Tanzimat Dönemi'nde yapılan hukuki değişikliklere devrim demiyoruz.

Hür ve eşit fertlerden müteşekkil ve egemen bir milletin (nation) mevcudiyeti, hukukta millîliğin ön şartıdır. Osmanlı İmparatorluğu’nun son asrı boyunca girişilen reformlar ve sırasıyla takip edilen üç tarz-ı siyaset (Osmanlıcılık-İslâmcılık-Türkçülük), kompartımanlar hâlinde yaşayan tebaayı, kendi hayatına bizzat yön verecek bir millete dönüştürmeyi hedeflemiştir.

Matbaadan internete kadar birçok kitle iletişim aracının temelinin, propaganda ve etkili iletişim ihtiyaçlarını karşılamak üzere kriz dönemlerinde atıldığını söylemek mümkündür. Ancak bu araçlardan arşiv ve tarih yazımı bakımından en talihsiz olanı radyodur.

Çağdaşlık savaş sonrası yıkılmış Türkiye’nin önüne konmuş bir hedeftir. Atatürk bunun için mücadele etmiştir. Bir ülke her şeyden önce çağdaş olmalı, bilimle fen ile meşgul olmalıdır. Peki, bunun ölçütleri nedir? Okumak, eğitim almak, araştırmak, dans etmek, sanat icra etmektir.

Seden Kardeşler gibi evvela salon işletmeciliği ve film ithalatı yapan İpekçi Kardeşler, ikinci yerli yapım şirketi İpek Film’i 1928’de kuracak ve onlar da rejisör koltuğunda Ertuğrul ile çalışacaklardır. Kemal Film’in yapımcılığı bıraktığı 1924’ten (Sözde Kızlar’dan) sonra neredeyse beş yıl boyunca hiç yerli kurmaca üretilmeyecek, bu suskunluk İpek Film’in ilk yapımı (Ertuğrul imzalı) Ankara Postası ile ancak Ekim 1929’da kırılacaktır.

Savaştan yeni çıkmış bir ülke olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin başa çıkması gereken sağlık sorunlarının başında bulaşıcı hastalıklar yer almaktaydı. Bulaşıcı hastalıklarla mücadele için bu dönemde, Milli Türk Tıp Kongrelerinden gelen görüşlerin de yönlendirmesiyle, merkez ve taşra birimlerinden oluşan özel hizmet örgütleri kuruldu. Her bir bulaşıcı hastalıkla mücadele kapsamında bu hastalıkların sık görüldüğü yerlerde sağlık merkezlerinin oluşturulması sistemi ise “dikey örgütlenme” olarak anıldı.

Geçmişiyle övünmek ya da geçmişini yermek amacı, böylesi bir yaklaşım, tarihsel araştırmaların ‘ruh ikizi’ değildir! Hiç olmamıştır ve olmayacaktır da.

Türk Milleti her dönemde tarih sahnesinde yer almıştır. Ama bu yer alış istikrarsız bir görünüm arz etmez. Aksine, Türkler yüzyıllar boyunca varlığını devam ettirmiş, Dünya’ya nizam vermiş uzun soluklu devletler oluşturmuşlardır..

Cumhuriyet’in ilk döneminde, 1927’de yapılan sanayi sayımında Osmanlıdan kalan ve genellikle askeri ihtiyaçları karşılayan fabrikaların varlığına ilave kamu sanayi tesisi eklenmediği gibi İzmir İktisat Kongresinde özel sektör ağırlıklı sanayileşme hamlesi de girişim ve sermaye yetersizliği ile altyapı eksikliklerinden dolayı başarıya ulaşamamıştır.

Osmanlının geleneksel yerli üretimi yıllar içinde batının endüstriyel üretimi ile rekabet olanağını hızla kaybetti, geleneksel tezgahlar önemli ölçüde varlıklarını sürdürmekte zorlanır hale geldiler. Geleneksel esnaf yerine başta İstanbul, İzmir gibi büyük kentlerde, batının yeni endüstriyel ürünlerini büyük ölçüde gayrimüslim tebaa esnaflarının aracılığı ile pazarlanacağı bir ekonomik yapı yerleşmeye başladı.

Osmanlı geleneği, diyalektik düşünce üretme, yani sorunun üzerinde farklı açılardan tartışarak sorunları çözecek kuramsal düşünceler üretme geleneği oluşturamamıştır. Şimdi dahi aynı sorunu yaşıyoruz. Cumhuriyet Dönemi’nde düşünce üretimimizin en önemli eksikliği, tarihsel düşünceyi yeni düşünceler üretmek üzere kullanamamaktır.

Cumhuriyet rejimi bilim kurumsallaşmasına neden önem vermiştir? Çünkü bilimin kurumsallaşması bilimin organize olması ve bilimsel faaliyetlerin daha sistematik ve düzenli olarak yürütülmesini sağlamak bakımından bu önemlidir.



Toplam: 351 |  Gösterilen: 1 - 20 1 2 3 4 5 6 >>>