18 Nisan 2021

  • Paylaş
finansallaşma ve iktidar

Neoliberalizm ile birlikte devletler, girişimcilik ile ilgili birtakım özgürlüklerin sağlanması ve serbest ticaretin gerçekleşmesi için kurumsal çerçeveyi oluşturmuştur. Ancak, bu kurumsal çerçeve, insanların refahına yönelik oluşturulmaya çalışılsa da kapitalizmin sermaye ile ilişkisinin yoğunlaşmasıyla bu çerçeveler uluslararasılaşma çerçevesinde finansallaşmayı tetiklemekte ve bireylerin gelirlerinin, finansal sisteme, borçlanmaları karşılığında dâhil edilmesine neden olmaktadır.

“Hem finansal sektörde hem de sivil toplumda vazifemiz, insanların ekonomik sistem içerisinde anlamlı ve daha büyük bir sosyal amaç bulmalarına yardımcı olmaktır.”

Robert Shiller

Giriş: Kavramsal olarak Finansallaşma

Kureselleşme, neoliberalizm ve finansallaşma 1970’lerden itibaren dunya ekonomisini tanımlayan kavramlardır. 20. yuzyılın sonlarına doğru, kapitalizm dunya ekonomisi uzerinde daha egemen hale gelmiş ve bu durum sermaye birikiminin de eklenmesiyle finansal sistemlerin yapısını donuşturmuştur.1 Bu süreç, finansallaşmayı, neoliberal ekonominin ayrılmaz bir parçası haline getirmiştir. Böylece, kapitalizmin bir bütün olarak finansa doğru gösterdiği eksen kayması, yaklaşık yarım asırdır meydana gelen ekonomik ve finansal sorunların merkezine oturmuştur.2

Epstein (2005: 3) tarafından yapılan genel kabul görmüş bir tanıma göre finansallaşma, “yerel ve uluslararası ekonomilerin işleyişinde finansal saiklerin, piyasaların, aktörlerin ve kurumların artan rolü” olarak ifade edilmektedir.3 Ancak Sawyer’e göre bu tanım, finansın toplum üzerindeki etkisini dikkate almamakla birlikte oldukça geniştir.4 Diğer bir bakış acısıyla Krippner (2005: 174) finansallaşmayı, “karların ticaret ve meta üretimi yerine esas olarak finansal kanallar yoluyla tahakkuk ettiği bir birikim modeli” olarak tanımlamaktadır.5 Sawyer’e göre ilk tanım, finansallaşmanın alanını belirlerken; ikinci tanım kapitalizm dönemine vurgu yapmaktadır.6 Her iki tanımdan yola çıkarak, finansallaşmayla birlikte finans sektörünün, sanayi sektörünün üzerinde egemenlik kurduğunu belirtmek yerinde olacaktır.7 Finansallaşma, ekonomik ilişkilerin bir bütünü olarak (artı) değerin üretimi, dolaşımı ve dağıtımı yoluyla sermaye birikimi etrafında örgütlenmiş kapitalist ekonomiye vurgu yapmaktadır.8 Böylece eleştirel yaklaşımla kapitalist ekonominin finansallaşmanın çevresinde nasıl geliştiği ve sermaye birikiminin diğer üretim faktörlerini nasıl domine ettiği izah edilmektedir.

Kapitalist sistemde tekelci sermayeler, finansallaşarak bankalardan bağımsız hâle geldiler ve finansal faaliyetlere daha fazla dâhil oldular. Bu da bankaların 1970’lerden bu yana yeniden yapılanmalarına neden oldu. Böylece bankalar, kâr kaynağı olarak, geçtiğimiz finansal krizin gerçekleriyle örtüşecek yapıyı şekillendirerek hanehalklarına ve bireylere yönelmiştir. Bunun akabinde 2000’lerde banka varlıklarının muazzam genişlemesi neticesinde bireylere ve diğer bankalara verilen yüksek borçlar ve kriz kaçınılmaz olmuştur. Bankaların hanehalkarına dönüşü, bireylerin gelirlerinin finansallaşmasıyla ilgilidir; yani mortgage, genel tüketim, eğitim ve sağlık gibi nedenlerle yüksek borçlanmayı içermektedir. Böylece bireylerin gelirleri doğrudan borç yoluyla finansal sisteme dâhil edilmiş ve finans kurumları artı değerden ziyade bireylerin gelirlerinden, diğer bir ifadeyle para satarak, kâr elde etmeyi hedeflemiştir.9

1 Harvey, D. (2007) A Brief History of Neoliberalism. New York: Oxford University Press.

2 Sawyer, M. (2013) What is Financialization?, International Journal of Political Economy, 42:4, s. 5-18.

3 Epstein, G. (2005). Introduction: Financialization and the World Economy.” Financialization and the World Economy, ed. G. Epstein, içinde 3–16. Cheltenham and Northampton: Edward Elgar.

4 Sawyer, M. (2013) What is Financialization?, International Journal of Political Economy, 42:4, s. 5-18.

5 Krippner, G. 2005. “The Financialization of the American Economy.” Socio-Economic Review 3, no. 2., s. 173–208.

6 Sawyer, M. (2013) What is Financialization?, International Journal of Political Economy, 42:4, s. 5-18.

7 A.g.e., s. 8.

8 Fine, B. (2013) Financialization from a Marxist Perspective, International Journal of Political Economy, 42:4, s. 47-66.

9 Lapavitsas, C. (2011). Theorizing financialization. Work, employment and society, 25(4), s. 611-626.

Yazının devamı Düşünce Dergisi'nin İktidar sayısında...

 



Yasal Uyarı: Yayınlanan yazı ve haberin tüm hakları Düşünce Dergisi'ne aittir. Özel izin alınmadan yazı ve haber hiçbir şekilde kullanılamaz. Ancak yazı ve haberin bir kısmı aktif link verilerek alıntılanabilir.

  • Paylaş

Düşünce Dergisi’nin, iktidar kavramını enine boyuna tartıştığı ve farklı disiplinlerin bakış açılarını bir araya getirerek geniş bir perspektiften meselenin anlaşılmasına gayret ettiği yeni sayısı huzurlarınızda.

İktidarı herkes hayal eder, arzu eder. Bunda bir belirsizlik yok. Öte yandan iş, “istemeye” yani “irade etmeye” geldiğinde bu kadar emin olamıyoruz. Çünkü devlet ya da talih kuşu, her isteyene değil; istediğine konar. Zaten her isteyenin iktidar sahibi olamayacağı gerçeğini, gücün doğası ya da doğa yasası olarak güç bize söyler.

Yüzyılın başına göre hemen her alanda olduğu gibi ekonomik iktidar ile siyasi iktidar arasındaki ilişkilerde önemli değişmeler yaşandı. Önceleri ekonomik iktidarı elinde tutanlar siyasi iktidara sahip olurken günümüzde bu süreç tersine döndü. Toplumda siyasal iktidarı ellerinde bulunduranların ya da iktidarı denetleyenlerin ekonomik iktidara da sahip oldukları görüldü.

Neoliberalizm ile birlikte devletler, girişimcilik ile ilgili birtakım özgürlüklerin sağlanması ve serbest ticaretin gerçekleşmesi için kurumsal çerçeveyi oluşturmuştur. Ancak, bu kurumsal çerçeve, insanların refahına yönelik oluşturulmaya çalışılsa da kapitalizmin sermaye ile ilişkisinin yoğunlaşmasıyla bu çerçeveler uluslararasılaşma çerçevesinde finansallaşmayı tetiklemekte ve bireylerin gelirlerinin, finansal sisteme, borçlanmaları karşılığında dâhil edilmesine neden olmaktadır.

Bireyler, tüketilen nesneler çağının edilgen unsuruna; tüketmek için üreten kişilere dönüşmüştür. Bu dönüşümün temelinde, zihniyette olduğu kadar uygulama alanı olan pazarların da yoksunluk çektiği ahlâk unsurunun kullanılamayışından söz edilebilir.

yirmi birinci yüzyılın teknoloji temelli iktidarı

Enformasyonun ve toplumun, yapay zeka ve bilgisayarlar/bilgisayar ağlarınca kontrol edilmeye başlanması, aynı zamanda toplumsal iktidarların daha da güçlenmesine ve -bu iktidar güçleri üzerinde hiçbir söz hakkı bulunmayan- sıradan insanların paranoyalarının en üst düzeylere taşınmasına da yol açmıştır.


En Çok Okunanlar