18 Nisan 2021

  • Paylaş
şairin iktidara çektiği söz kılıcı: hiciv ve mizah

Şiirle iktidar arasındaki ilişki daima methiye türündeki manzumelerle iktidarın lehine bir seyir takip etmemiştir. Şair, göz kamaştırıcı bir dille azametini, adaletini, cömertliğini övdüğü muhatabını yeri geldiğinde kaleminin ucunu hafifçe sivriltip bir sineğin dokunuşunun verdiği rahatsızlık miktarınca nükte ve mizah yollu uyarmış; yeri geldiğinde aynı kalemi kılıç gibi keskinleştirerek iktidar sahiplerini kararları ve icraatlarından ötürü en sert biçimde eleştirmiştir.

Kim bilirdi şuarâ olmasa ger sâbıkda

Dehre devletle gelip yine giden sultânı

Nef‘î

Müslüman Türk milletinde şairin iktidarın ve halkın nezdinde çok müstesna bir yeri vardır. Türklerde şair, İslam öncesi dönemlerden itibaren herhangi bir kişinin söyleyemeyeceği insanı hayrette bırakan sözler söyleyen ve ilhamını yaratıcıdan alan seçkin kişilerdir. Bu sebeple onlar vatandaşın gözünde yüce ve saygın bir yer işgal ederler.

İktidar sahipleri de şairin bu yüce mevkiinden istifade etmek için şiire ve şaire ilgi göstermişlerdir. İslam öncesinde hakanlar ozansız toy yapmamış, İslam’a girdikten sonra da sultanlar meclislerinde şaire yer vermiş hatta devlet görevlerinde onları tercih etmişlerdir. Bu arada sultanlar kendileri de şiir yazmaya gayret etmişlerdir. Şurası bir gerçek ki dünyada Türk idarecileri kadar sanata, edebiyata, bilime düşkün yöneticiler az bulunur. Onlar bu sebeple sanatı, sanatkârı, bilim adamını ve şairi korumayı kendilerine görev bilmişlerdir. Bu maksatla Osmanlı devrinde II. Murat’tan (1421-1451) itibaren sultanlar kendi dönemle rinde onlarca şaire maaş bağlamış, hatta Molla Cami (ö.1492) gibi şairleri payitahta davet etmişler -gelmeyince her yıl altın göndermişler-onları çalışmaya ve yazmaya teşvik etmişlerdir. Gazneli, Selçuklu, Osmanlı Türk devletlerinde sultanlar ve devlet adamları ekseriyetle şair veya şairi seven kimselerdir. Osmanlı sultanlarının 25’inin divan teşekkül edecek seviyede ve sayıda şiir sahibi olmaları onların şiir ve şairle ilişkilerini ortaya koymaya yeter. Kanunî (1520-1566), Bakî (ö.1600) gibi bir şairi tanıdığı için bahtiyar olduğunu söyler.

Türk Devlet geleneğinde yöneticiler şairlerle daima iyi ilişkiler kurmuş ve onları koruyup kollamışlardır. Onların şiirlerine karşılık devlet adamları da Hz. Peygamber’in sünnetini yerine getirmek için emeklerini altın, gümüş, mal, mülk, kaftan, yöneticilik vb. ihsanlarla mükâfatlandırmışlardır. Onların geçinmelerini sağlayarak şairlik yolunda ilerlemelerini temin etmeye çalışmışlardır. Zira o dönemlerde şairler toplumun aydınları, iktidarla toplum arasındaki ilişkinin mimarları, toplumun eğitimcileri konumundaydılar. Bazı eğitim kitapları şiirle yazılıyor böylece bir yandan eserin kalıcılığı temin edilirken diğer yandan da ezberlenmesi kolay metinler oluşturuluyordu. Şairler tarih metinleri başta olmak üzere her türlü dini ve ilmi kitapları yazarak bu kitapların başlarına koydukları sultan methiyeleriyle sultanların da isimlerini kalıcı kılmış, onları ölümsüzleştirmişlerdir.

*Bu makalenin giriş ve mizah bölümleri Prof. Dr. Nihat Öztoprak tarafından, methiye ve hiciv bölümleri Doç. Dr. Ümran Ay Say tarafından, sonuç kısmı ise müştereken yazılmıştır.

Yazının devamı Düşünce Dergisi'nin İktidar sayısında...

 



Yasal Uyarı: Yayınlanan yazı ve haberin tüm hakları Düşünce Dergisi'ne aittir. Özel izin alınmadan yazı ve haber hiçbir şekilde kullanılamaz. Ancak yazı ve haberin bir kısmı aktif link verilerek alıntılanabilir.

  • Paylaş

Düşünce Dergisi’nin, iktidar kavramını enine boyuna tartıştığı ve farklı disiplinlerin bakış açılarını bir araya getirerek geniş bir perspektiften meselenin anlaşılmasına gayret ettiği yeni sayısı huzurlarınızda.

İktidarı herkes hayal eder, arzu eder. Bunda bir belirsizlik yok. Öte yandan iş, “istemeye” yani “irade etmeye” geldiğinde bu kadar emin olamıyoruz. Çünkü devlet ya da talih kuşu, her isteyene değil; istediğine konar. Zaten her isteyenin iktidar sahibi olamayacağı gerçeğini, gücün doğası ya da doğa yasası olarak güç bize söyler.

Yüzyılın başına göre hemen her alanda olduğu gibi ekonomik iktidar ile siyasi iktidar arasındaki ilişkilerde önemli değişmeler yaşandı. Önceleri ekonomik iktidarı elinde tutanlar siyasi iktidara sahip olurken günümüzde bu süreç tersine döndü. Toplumda siyasal iktidarı ellerinde bulunduranların ya da iktidarı denetleyenlerin ekonomik iktidara da sahip oldukları görüldü.

Neoliberalizm ile birlikte devletler, girişimcilik ile ilgili birtakım özgürlüklerin sağlanması ve serbest ticaretin gerçekleşmesi için kurumsal çerçeveyi oluşturmuştur. Ancak, bu kurumsal çerçeve, insanların refahına yönelik oluşturulmaya çalışılsa da kapitalizmin sermaye ile ilişkisinin yoğunlaşmasıyla bu çerçeveler uluslararasılaşma çerçevesinde finansallaşmayı tetiklemekte ve bireylerin gelirlerinin, finansal sisteme, borçlanmaları karşılığında dâhil edilmesine neden olmaktadır.

Bireyler, tüketilen nesneler çağının edilgen unsuruna; tüketmek için üreten kişilere dönüşmüştür. Bu dönüşümün temelinde, zihniyette olduğu kadar uygulama alanı olan pazarların da yoksunluk çektiği ahlâk unsurunun kullanılamayışından söz edilebilir.

yirmi birinci yüzyılın teknoloji temelli iktidarı

Enformasyonun ve toplumun, yapay zeka ve bilgisayarlar/bilgisayar ağlarınca kontrol edilmeye başlanması, aynı zamanda toplumsal iktidarların daha da güçlenmesine ve -bu iktidar güçleri üzerinde hiçbir söz hakkı bulunmayan- sıradan insanların paranoyalarının en üst düzeylere taşınmasına da yol açmıştır.


En Çok Okunanlar