26 Temmuz 2022

  • Paylaş
takdim yerine / modern dünyada din
takdim yerine / modern dünyada din

Bu sayımızda bahsedildiği üzere farklı mecralarda anlamaya çalıştığımız modern dünyada din meselesi elbette bütün boyutlarıyla ele alınıp tüketilebilecek bir konu değildir. Burada değerlendirme fırsatı bulamadığımız birçok mesele olmakla birlikte konunun ana hatlarını belirginleştirmeye ve bundan sonra yapılacak çalışmalar için ufuk açıcı olmasını umduğumuz yeni sorular sormaya çalıştık.

Dergimizin bu sayısında “modern dünyada din” gibi ilk bakışta oksimoron gibi görülebilecek bir konuyu değerlendirmeye çalıştık. Oksimoron çünkü modernlik bir yanıyla din-dışı bir dünya fikrine dayanmaktadır; ancak diğer taraftan da modernlik tecrübeleri farklı coğrafyalarda oralarda yaşanan dinlerle iç içe geçmiştir. Din-dışı bir medeniyet kurma hedefi üzerinde yükselen modern dünya fikri, beraberindeki geleneksel birikimle birlikte hayatın tamamını kuşatma iddiasında olan dinlerin yerine kendi sistemini ikame etmeye çalıştı. Dinlerin hakikati yerine kendi hakikatini insanlığa kabul ettirmeye çalışan bu yeni anlayış içerisinde elbette din yine yer alıyordu; ancak eskisi gibi temel kurucu ilke olarak değil, sadece varsayılan sosyal sistemi oluşturan kurumlardan biri olarak. Modernlik projesi gündelik hayatın kılcal damarlarından makro kurumlara kadar insanın hayatını bütünüyle dönüştürme iddiasındaydı; bu yüzden de kendisinden önce hâkim olan geleneksel kültürün ve dünyanın ana omurgasını teşkil eden dinlerle çatışması kaçınılmazdı. Nitekim bu çatışmalar bütün modern(leşen) toplumlarda yaşandı ve yaşanmaya devam etmekte. Bu çatışmaların politik, ekonomik, toplumsal ve kültürel veçhelerine baktığımızda hem modern dünyada dinin kendi iç dönüşümünü hem de modernliğin diğer bileşenleriyle ilişkisini daha net görebiliyoruz.

Bu sayımızda modern dünyada dinî değişmeyi “sekülerleşmeye karşı dinî uyanış” ikileminin dışında çok boyutlu bir biçimde ele almaya çalışan yazılara yer verdik. Gerek dünya tecrübesini ve gerekse Türkiye tecrübesini bu perspektiften anlamaya çalıştık. Bu minvalde değerlendirdiğimiz modern dünyada din sorununu birkaç farklı mecrada anlamaya çalıştık. Bu mecralardan birincisi genel olarak dünyada ve Türkiye’de dinî değişmenin seyri meselesidir. Bu bağlamda Avrupa ve Amerika gibi farklı coğrafyalarda dinî değişmenin nasıl gerçekleştiği, on dokuzuncu ve yirminci yüzyılda din-devlet ilişkilerinin nasıl şekillendiği, modern ulus-devletlerin dinlerle yaşadığı otorite çekişmesi gibi konular irdelenmiş ve Türkiye’nin modernleşme tecrübesinde bu çekişmelerin erken Cumhuriyet döneminden 1980 sonrası döneme kadar nasıl gerçekleştiğine değinilmiştir. Bu hususta bilhassa Ömer Çaha’nın genel bir çerçeve çizen yazısı meselenin ana hatlarını belirginleştirmektedir. Ayrıca bu konuda hem din sosyolojisinde teorik yaklaşımların çizdiği genel çerçeveye hem de pratikte ne gibi değişimlerin gerçekleştiğine odaklanılmıştır. Nitekim Türkiye’de toplumsal değişmelerle din arasındaki ilişkiyi merkeze aldığımız iki röportajla bu sorunun farklı boyutlarına dair ayrıntıları ortaya koymaya çalıştık. Bunlardan biri M. Tayfun Amman’la diğeri ise kamuoyu araştırmacısı Bekir Ağırdır’la yaptığımız söyleşidir. Bu röportajlarda Türkiye gerçeğine dair yapılan yeni kavramsallaştırmaları ve güncel saha verilerine dayanan gözlemleri konuştuk. Öte yandan Ramazan Biçer’in Maturidilik’le ilgili yazısı Türk milletinin din anlayışının tarihsel temellerini, itikadî ve ahlakî sorunlar bağlamında genel çerçevesiyle değerlendirmesi bakımından önemlidir. Mesut Aytekin’in yazısı ise Türkiye tarihinin farklı dönemlerinde dini temaların beyaz perdeye nasıl yansıdığını ele alarak toplumsal değişme ve din ilişkisini başka bir boyutuyla değerlendirmektedir. Mustafa Şahin tarafından kaleme alınan ve Durmuş Hocaoğlu’nun Türkiye’de modern millî kimliğin oluşturulması sürecinde din ve toplum ilişkisine yönelik bir çözüm olarak sunduğu ‘milli sekülerizm’ yaklaşımını inceleyen yazısı da Türk modernleşmesi örneğinde meseleyi anlamamıza katkı sağlayacaktır.

Modern dünyada din dosyamızdaki tartışmanın ikinci mecrasında, sivil din, mezhep kimliği, tasavvuf ve tarikatlar meselesi, piyasa ekonomisi ve ulus-devletlerin din politikaları gibi temel sorun alanları karşısında dinî değişmenin farklı biçimleri ve muhtevası değerlendirilmektedir. Bu kapsamda Mehmet Akgül’ün yazısı Erol Güngör’ün İslam Tasavvufunun Meseleleri adlı eseri ekseninde yirminci yüzyılda tasavvufun sosyal yaşamdaki rolüne ve bu konudaki problemlere dair görüşlerini incelemektedir. Tasavvufun modern dünyadaki görünümleri eksenindeki bir diğer yazıda da Adem Bölükbaşı, günümüzde popüler kültür ve popüler din anlayışıyla tasavvuf arasındaki irtibata ve bunun kültürel alandaki tezahürlerine değinmektedir. Mezhep kimliğinin sosyo-politik tezahürlerini ele alan yazısında Ayşen Baylak Güngör, mezhep kimliğinin modern dönemde seküler ya da teokratik ulus-devletler tarafından şekillendirildiğini ve ulusal mitlerin inşasına hizmet eden sivil dinlerin kaynağı haline getirildiğini vurgulamaktadır. Benzer bir temayı ele alan yazısında Yılmaz Ceylan da sivil din ve İslamcılık ideolojisi arasındaki ilişkiyi irdelemekte ve İslam dünyasında ve Türkiye’de sivil din olgusunun neye tekabül ettiğini değerlendirmektedir. Bu kapsamdaki bir başka önemli sorun alanında İslam ekonomisi ve finans ilişkisini, İslam ekonomisinin günümüz iktisadî sistemindeki imkanını bu sahanın önde gelen uzmanlarından Servet Bayındır ile konuştuk. Son olarak ulus-devletlerin din politikalarını konu alan yazılarla bu tartışma mecrasını tamamlıyoruz. Bu anlamda yer verdiğimiz birinci örnek Xhentila Tataj’ın yirminci yüzyılın totaliter rejimlerinden biri olan Arnavutluk’un uyguladığı resmî ateizm politikasının Arnavut toplumunun dinî yaşamı üzerindeki etkilerini ele alan yazısıdır. İkinci olarak Batı Trakya Türklerinin mücadele ettiği asimilasyon sorununa odaklanan yazısında Salich Tzampaz, Yunanistan’ın ABD tipi bir asimilasyon stratejisiyle yürüttüğü kimlik politikasının tarihsel kökenlerini irdelemektedir.

Bu sayımızda yer verdiğimiz üçüncü tartışma mecramız ise dijital kültürün yaygınlaşması ve yeni teknolojiler (biyo-teknoloji, yapay zekâ ve robot teknolojileri, gelecek mühendisliği vb.) karşısında dinin geleceği ve insanlığın gelecek tasavvuru hususunda ortaya çıkan yeni sorun alanlarına ve çatışmalara ilişkin başlıkları içermektedir. Nazife Şişman, muhatap olduğumuz dijital/biyo-teknolojik çağın insanlığı, hayatı ve ölümü tecrübe edişimizi nasıl dönüştürdüğünü ve tekno-bilimsel gelişmelerin sonuçlarını ele alan yazısında bu yeni durumun Müslümanların gelecek tasavvurunu nasıl etkileyeceğini değerlendirmektedir. Yine biyo-teknoloji çağının sonucunda ortaya çıkan tartışmalardan biri olan transhümanizmin dinle ilişkisini ele alan yazısında Muhammet Yeşilyurt, insan doğasını kökten değiştirme ve dinin sunduğuna alternatif bir eskatoloji inşa etme iddiasında olan tekno-bilimin insanın geleceği açısından sonuçlarını tartışmaktadır. Dijital kültürün başka bir boyutunu ele alan Semra Sucu da yazısında modern çağda bireylerin hayatında spiritüel arayışların ve bunun somut bir tezahürü olarak manevi danışmanlık yöneliminin yaygınlaşmasını ve bu yönelimin dijital kültürle eklemlenmesini ele almaktadır. Dinin ve insanlığın geleceği tartışmasının en önemli boyutlarından biri de gençliğin dinle kurduğu ilişkinin biçimidir ve çağımızda bu ilişki de yine dijital kültürden büyük ölçüde etkilenmektedir. Toplumsal yapıdaki yeni eğilimlerin en temel göstergelerinden biri olan gençlik tutumlarını ele alan yazısında Sıddık Ağçoban, internet öncesi ve sonrası dönemde gençliğin dinle kurduğu ilişkiyi etkileyen temel faktörleri tartışmaktadır. Bu mecradaki tartışma kapsamında yer verdiğimiz diğer bir yazıda ise Merve Özaykal, tıp teknolojilerindeki gelişmeler karşısında tıbbi sorunları ve canlılara ilişkin modern meseleleri İslami değer ve normlarla düzenleyen fıkhın bir alt dalı olarak biyo-fıkıhın sunduğu imkanları değerlendirmektedir.

Modern dünyada din sayısında açtığımız tartışma mecralarının sonuncusu ise postmodern dönemde dini dönüşümler ve yeni arayışlarla ilişkilidir. Bu eksende, postmodern dönemde din ve maneviyat arayışlarını konu alan yazısında Hasan Sarı, postmodern çağda büyük bir ‘din pazarı’nın kurulduğu, küreselleşme ile dinin kırmızı çizgilerinin aşıldığı ve yeni dinselliklerin ortaya çıktığı post-seküler toplum modelini farklı yönleriyle tasvir etmektedir. Sarı, bu yazısında aidiyet ve kurumsallıktan sıyrılarak bireyselleşen, “Budist-Katolikler” ve “Yogacı-Müslümanlar” gibi melez kimlikleri ifade eden senkretik dindarlıkları ele almaktadır. Yine benzer temaları takip eden yazısında Gülcan Yücedağ, söz konusu postmodern dinî kimliklerin ‘göçmen’ edebiyatında nasıl temsil edildiğini “Krishna Mustafa” karakteri örneğinde aktarmaktadır. Krishna Mustafa, bizzat bu postmodern melezliği temsil eden isminde hem Krishna’yı hem de Mustafa’yı birlikte taşımaktadır. Son olarak yine postmodern dönemin sonuçlarından biri olarak görülebilecek olan yeni dinî hareketleri (YDH) değerlendiren yazısında Süleyman Turan, bu yeni oluşumları farklı dinsel geleneklerden çeşitli unsurları bünyesinde barındıran eklektik ya da senkretik yapılar olarak tarif etmektedir. Dolayısıyla bu yönüyle yeni dinî hareketlerin postmodern bir niteliğe sahip olduğu görülmektedir. Ancak öte yandan alternatif bir anlam arayışından yola çıkan bu yeni dinî hareketlerin çeşitli istismarlara kapı aralayacak sağlıksız bir teşkilat yapısına sahip olduğunu vurgulamaktadır.

Ayrıca bu dosyamızda bahsi geçen tartışma mecralarının yanı sıra, son yıllarda neşredilen üç önemli kitabı da değerlendirdik. Bunlardan biri gerek dünyada ve gerekse Türkiye’de büyük ses getiren Cemil Aydın’ın “İslam Dünyası Fikri: Küresel Bir Entelektüel Tarih Çalışması” adlı eseri. Osmanlı-Türk modernleşmesinin başlangıcından bu yana İttihâd-ı İslam ve Hilafet tartışmalarının yoğun bir biçimde gündemimizde olduğu bu alanda böyle bir çalışma önümüzdeki günlerde de yeni tartışmalara kapı aralayacaktır. Bu kitabı Wisconsin Üniversitesi’nde doktora çalışmalarına devam eden Emir Karakaya değerlendirdi. Bu kapsamda yapılan ikinci kitap değerlendirmesi ise Türkiye’de yeni bir din algısının yüz yıllık süreçte (1839-1938) nasıl ortaya çıktığını sorun olarak ele alan önemi felsefeci ve bilim tarihçilerimizden Remzi Demir’in “Türkiye’de Yeni Din Algısının Doğuşu (1839-1938)” adlı eseriyle ilgili. Bu kitabı da bizler için Fatih Özgür Kenar değerlendirdi. Son olarak Dr. M. Fatih Karakaya, sekülerleşme literatüründe farklı ve çok katmanlı bir bakış açısı sağlayan Karel Dobbelaere’nin “Sekülerleşme: Üç Düzeyde Bir Çözümleme” adlı çalışmasını bizler için değerlendirdi.

Bu sayımızda bahsedildiği üzere farklı mecralarda anlamaya çalıştığımız modern dünyada din meselesi elbette bütün boyutlarıyla ele alınıp tüketilebilecek bir konu değildir. Burada değerlendirme fırsatı bulamadığımız birçok mesele olmakla birlikte konunun ana hatlarını belirginleştirmeye ve bundan sonra yapılacak çalışmalar için ufuk açıcı olmasını umduğumuz yeni sorular sormaya çalıştık. Biz nasıl ki bugün ve bundan sonra yapılacak çalışmalar için bazı yeni sorulara dikkat çekiyorsak bizden önce de bu yolda önemli katkılar yapan ve bugün sorduğumuz sorulara bizi yönlendiren hocalarımız vardır. İşte bu sayımızı bize bu anlamda yol gösteren çok kıymetli iki hocamızın aziz hatıralarına hediye etmekten gurur duyuyoruz. Bu vesileyle Düşünce Dergisi’nin bu sayısını tefsir, tasavvuf, din sosyolojisi ve din psikolojisi gibi sahalarda önemli eserler veren ve sadece akademik çalışmalarıyla değil; sohbetleri, radyo programları, vaazları, dersleriyle ve en önemlisi yaşama üsluplarıyla hepimize yol gösteren Emin Işık Hocamıza ve Ali Murat Daryal Hocamıza ithaf ediyoruz. Derslerinde ve sohbetlerinde bulunma imkanını yakaladığımız için talebeleri olarak kendimizi talihli sayıyor ve Allah’a şükrediyoruz. Derviş meşrepli hocalarımıza Allah gani gani rahmet eylesin. Ruhları şâd olsun.



Yasal Uyarı: Yayınlanan yazı ve haberin tüm hakları Düşünce Dergisi'ne aittir. Özel izin alınmadan yazı ve haber hiçbir şekilde kullanılamaz. Ancak yazı ve haberin bir kısmı aktif link verilerek alıntılanabilir.

  • Paylaş

Aslında pozitivizmin sunduğu türden kesin bir ilerlemecilik fikri bir yanlışlık olarak ortada dursa da bu durum insan hayatında ya da dünya tarihinde hiçbir şekilde bir ilerlemenin olmadığı anlamına gelmez. Pozitivist ilerleme, bir genelleme sonucunda ilerlemenin kesin şekilde iyi olduğuna hükmetmiş bir yaklaşımdır ve yanılgısı da bu hükmünden kaynaklanmaktadır.

Son tahlilde 2023 Eğitim Vizyonu Belgesi, insan ve eğitim fenomenine yaklaşımda resmi ağızdan akıl-kalp kutupsal sinerjisi vurgusuyla bir ilke imza atmış ve fakat tinsel meşruiyet açısından aynı önemli opsiyonu, gönlü düşüncenin stepnesi kılan ayrıntılı öneri ve düzenlemelerdeki vurgularla bloke etme yoluna girmiştir.

Bu kitap, İslam tarihinde Müslümanlar arasında var olan fikir ve inanç birliğini inkâr etmiyor. Aksine bu meseleyi “İslam dünyası” fikrinden ve bu fikrin üretildiği bağlamdan ayırıyor. “İslam dünyası” fikrinin iddia ettiği siyasi kader birliği fikrinin on dokuzuncu yüzyılda belirdiğini ifade ediyor.

Medeniyet tecrübemizi ve tefekkür tarihimizi, medeniyetimizin kendi gökyüzü altında inceleyen Fazlıoğlu, “ışk-amel-hâl”in “akılnazar-kâl”e tercih edildiğini söyler. Böylece tasavvuf ve halk terbiyesi önceliği ilm’e değil ışk’a vermiştir.

Yunan Anayasası’nın laik olmadığını hatırlatmak gerekir. Bu durumda Yunan Devleti Kiliseye ve Ortodoks din adamlarına herhangi bir siyasi müdahalede bulunamazken, Türklere ait dini kurumları hegemonyası altına alması elbette ki bir çelişki ihtiva eder. Bu durumu acaba din özgürlüğünde çağ atlayan Yunanistan’ın kendi halkından önce Azınlığa laikliği getirme lütfu olarak mı anlamalıyız?

Arnavutluk'ta diktatör Enver Hoxha'nın partisinin attığı ilk adım, din adamlarına karşı mücadele olmuştur. Parti, din adamlarının dini vaazlardan ve çeşitli dini törenlere ve bayramlara katılmaktan vazgeçmesini talep etmiştir. İtaatsizlik durumunda, din adamları ve yandaşları propaganda yaptıkları gerekçesiyle cezalandırılacaktı ve devlete ihanet etmiş sayılacaklardı.


En Çok Okunanlar