Güncelleme: 15 Ekim 2020

  • Paylaş
doç. dr. yaylagül ceran karataş ile röportaj “hem şiddet hem de şiddetsizlik bizzat insan olmayla ilgilidir”

Kötülük ve şiddet insanlık tarihinde hep olagelmiştir; fakat bu yüzyıl, Arendt’in ifadesiyle söylersek, kötülüğün sıradanlaştığı bir yüzyıl. Şaşa kalmıyorsunuz, hayret etmiyorsunuz ve rutinin içine dâhil ediyorsunuz. Kötülük ve şiddet o kadar “normalleşti” ki savaşlardaki bombardımanlar, soykırımdaki kareler (tecavüz, insanı parçalama, kurşun yağmuruna tutma vb), cinayetler tıpkı bir ekranda ve bizim “güvenli alanımızın” dışında, uzağımızda ve bize hiç dokunmayacakmış gibi izliyoruz.

Şiddet; önüne ve sonuna getirilen kelimelerle birlikte, değerlendirmede esas alınan fikri alt yapının durduğu noktadan, içinde yaşanılan çağın bakış açısıyla ve belli anlam kalıpları içinde ele alınıyor. Ancak insanlık tarihi kadar eski bir geçmişe sahip olan şiddet kavramını, bütün boyutlarıyla birlikte anlayabilmek ve hangi bağlamda ele alınırsa alınsın meseleyi sağlam bir zemine oturtabilmek için şiddeti kavramsal olarak, tarihselliği içerisinde ve teoriyle pratiğin farklı yaklaşımlarına sadık kalarak ele almak şiddeti doğru değerlendirmek bakımından çok kritik bir noktada duruyor. Özellikle şiddetin gündelik hayattaki görünürlüğünün bu kadar arttığı bir zamanda şiddeti anlamak, onun önünde durabilmek açısından belki de ilk adım olmalı. Bu ilk adımı atabilmek ve şiddeti doğru bir bakış açısıyla ele alabilmek için sorularımızı Doç. Dr. Yaylagül Ceran Karataş’a yönelttik.

Öncelikle uzun tartışmaların konusu olan şiddet nedir sorusu ile başlamak istiyoruz Hocam. Bundan sonra sorular ve cevaplarla inşa edilecek binanın temelini atmak ve aynı tanım üzerinden düşünebilmek için şiddet nedir, nasıl tanımlanır? Bu soruya vereceğimiz cevap, hangi ideolojinin zaviyesinden bakıldığına göre değişmek zorunda mıdır; yoksa kapsayıcı bir cevabı olabilir mi?

Belirttiğiniz gibi şiddet insanlık tarihinin başından beri karşımıza çıkan bir konu; fakat şiddet üzerine konuşmaya 20.yy’de başladık ve yüzyıldır gündemimizde. Şiddetin arkeolojisi bize en “ilkel”den en “medeni”ye insanın topluluklar halinde yaşadığı her şartta şiddetin farklı formlarda ortaya çıktığını göstermektedir. John Keane Şiddetin Uzun Yüzyılı adlı kitabında şiddetin insanlık tarihi kadar eski olduğunu ama şiddetin anlamı, nedenleri, etkileri ve etik-politik sonuçları üzerine düşünmenin, yorumlamanın çok yeni ve az olduğunu olanların da çoğunlukla bu yüzyılda ortaya çıktığını söyler ve bu konuda da haklıdır. Bu aşamada kavramın etimolojisinden başlarsak tartışmanın derinliğine, tarihine ve ağırlık noktasına vakıf olabiliriz.

Şdd” Arapça’dan gelen ve sertlik, katılık, yoğunluk ve cebir anlamlarını taşırken; kelime olumlu kökle kavi olmak anlamında da kullanılmaktadır ve bağlamıyla ön plana çıkmaktadır. İngilizcede violence vis latince kökünden geliyor ve güç, kuvvet, zor (power, force, strenght, gewalt) anlamlarına sahiptir. Bu kısa etimolojik bilgi, kavramın kullanımını görmemiz, teorik çerçevesini, anlam ve kullanım arasındaki dönüşümünü anlamamız açısından önemli. Bunun için de biraz arkeolojik çalışma yapmak gerekir. Çünkü hakikaten neyin şiddet olduğunu ve hangi değişkenlerle açıklandığını belirleyebilmek için kavramın doğasını, kronolojisini ve kullanım alanlarını bilmemiz önemlidir ve bu da bir açından oldukça “zor.”

Batı düşünce geleneğinde şiddet; mitolojide tanrılar ve titanların savaşları, tanrılar ve insanların savaşları ve devletlerin savaşlarıyla başlar içinde bulunduğumuz çağa kadar araçlarını değiştirerek/geliştirerek devam eder. Şiddet kavramının metinlerde kullanıldığını ise 14.yy’de tek tük, 15.yy ve sonrasında, politika ve etik metinlerinde, açıkça görmeye başlıyoruz. 20.yy’de ise hem bütün pratiklerimizi hem de akademik disiplinlerin büyük bölümünün araştırma konusunu belirlemiştir. Bunları dikkate aldığımızda, şiddet kavramı için tek, genel geçer bir tanım vermek yerine kullanıldığı, tasvir ve temsil edildiği bağlamı çerçevesinde bakmayı tercih ederim. Bu açıdan da özsel bir tanım değil ama farklı birkaç tasvir verebiliriz. İlkin, şiddet insan doğasında üretilen güdümlü, istemli ve iradeyle şekillenen olumlu ya da olumsuz içerikteki zordur. Zor ise nesnenin-kişinin doğası, bedeni, yaşamı, eylemleri ve tercihleri üzerinde en iyimser ifadeyle kısıtlamadır, aslında bir tür ihlaldir. Ayrıca şiddet saldırganlıktır, bedene, ruha ve temel olarak varoluşa saldırıdır, yok etmektir.

Şiddetin pratikteki yansımasında, can yakma, başkasının-ötekinin birey olarak iradesi ve eylemi üzerinde zor kullanma ve baskı olarak tasvir ettiğimizde ideolojilerle beraber patolojik süreçlerde etkindir. Bu, şiddetin öznel yönüne işaret eder. Bir de şiddetin kültürel, toplumsal, etnik kökler, kurumsal işleyiş, ekonomik, politik, tarihsel değerler düzlemi üzerinde topyekün dönüştürme, yok sayma, tahakküm altına alan yönü vardır. Bu ise şiddetin nesnel yönüdür ve ideolojilerin baskın olarak gözlemlendiği boyutudur. Mesela soykırımlar 20.yy’ın en büyük ve en tehlikeli şiddetidir ki zaten özellikle soykırımlar nedeniyle şiddet gündemimize hızlı ve kalıcı bir giriş yapmıştır. Ayrıca cinsiyetlere yönelik şiddet, tartışmanın sathını genişletmiş ve dahi dönüştürmüştür.

Röportajın devamı Düşünce Dergisi'nin Şiddet sayısında...

 



Yasal Uyarı: Yayınlanan yazı ve haberin tüm hakları Düşünce Dergisi'ne aittir. Özel izin alınmadan yazı ve haber hiçbir şekilde kullanılamaz. Ancak yazı ve haberin bir kısmı aktif link verilerek alıntılanabilir.

  • Paylaş

“emperyalizm, hegemonya, imparatorluk: tarihsel dünya düzenleri ve ırak’ın işgali” kitabının incelenmesi

Şiddet nedir? Onu nasıl tanımlarız? Bize neyin şiddet olup olmadığını ayırmamızda yardımcı olan veya bizi yanıltan telakki zeminleri nelerdir? Yazıda incelenecek olan kitap, bu soruların temelinde düşünürlerin fikirlerini ortaya koymamaktadır. Bunun yerine, düşünürlerin “verili” bir şiddet anlayışı üzerinden getirmiş oldukları eleştirileri işlemeyi amaç edinmektedir.

Korona sürecinde hem kitlesel hem de bireysel şiddet vakalarında da maalesef ciddi bir artış söz konusu. Aile içi şiddetin hızla yükseldiği, uğradığı şiddet sonucu bireysel sığınma talep eden kadın sayısının çoğaldığı ve boşanma başvurularının dört kat kadar arttığı sürecin başlangıcında ilk gelen bilgilerden.

Günümüzde korku sineması, doyumsuz insanoğlunun istek ve arzuları doğrultusunda sınır tanımaz şiddet ve cinsellik barındıran bir havaya bürünmüştür. İlk dönemlerin zarif ve ince ölümleri sonraları kanların oluk oluk aktığı ve beden parçalarının ortalığa savrulduğu savaş sahnelerinin çok üstünde vahşet verici ve hatta iğrendirici öğelerle süslü bir yapıya dönüşmüştür.

Akran zorbalığı konusunda okullarda yapılacak çalışmalar arasında okul politikası geliştirme, kurum kültürü oluşturma ve akranlar arasındaki iletişimin niteliğini arttırma çalışmaları yapılması olası sorunların önlenmesi, azaltılması ve ortadan kaldırılmasına yardımcı olacaktır.

Siber zorbalık sadece söylemsel düzeyde gerçekleşmez, kişisel bilgilerin izinsiz kullanımı, mesajların, resimlerin kayıtların habersizce paylaşılması gibi etik dışı davranışları da içerir. Bu nedenle siber zorbalık, hem kullanılan aracın türüne göre hem de içeriğe göre çeşitlilik göstermektedir.


En Çok Okunanlar