Güncelleme: 17 Haziran 2017

  • Paylaş
prof. dr. mustafa fayda ile hicret üzerine
prof. dr. mustafa fayda ile hicret üzerine

"medine-i münevvere'ye hicret medeni hayatın öngörüsüdür"

“medine-i münevvere’ye hicret medeni hayatın öngörüsüdür”

Hicret yalnızca İslam tarihi değil dünya tarihine de yön veren hareketlerin en önemlileri arasında. Aynı zamanda Müslümanların takvim başlangıcı olarak kabul ettikleri mühim bir hadise. Göç konulu sayımızda Peygamberimizin miladi 622 yılında gerçekleştirdiği hicreti ve İslam dünyası için önemini Prof. Dr. Mustafa Fayda ile konuştuk.

‘Hicret’in kelime anlamı nedir?

Hicret terk etmek, ayrılmak, ilgisini kesmek manasına gelen Arapça bir kelimedir. Mastar bizde isim olarak kullanılmaktadır. İnsanların bedenen, lisânen veya kalben ayrılmasına da hicret denir. Bedenen, yani kendi ülkesini, mahallesini terk etmek; lisânen söz olarak konuşmamak yani ağzına fermuar çekmek; kalben ise gönülden susmak. Bu manalarda da kullanılıyor.

Göç, bir yerin terk edilmesi ve başka bir yere gidilmek manasında olduğu için beşer tarihinde çok rastlanan bir olaydır. Yalnız bizim Peygamberimiz değil, yalnız Arap milleti değil, muhacir dediğimiz Peygamberimizin ashâbı değil; pek çok millet, pek çok devlet yıkıldıktan sonra halkının bir kısmı memleketlerini terk etmek zorunda kalmışlardır. Yahudilerin sürgünü bir manada onlar için hicrettir. Kur’ân-ı Kerim eski peygamberlerin hicretinden bahseder; Hz. İbrahim’in, Hz. Lut’un, Şuayb Aleyhisselam’ın ve Hz. Musa’nın hicretlerine Kur’an-ı Kerim yer verir. Binaenaleyh hicretin peygamberler söz konusu olduğu zaman daha çok bir dinî hedef, dinî maksatla çekilen sıkıntıdan kurtulmak üzere başvurulan bir fiil gibi, bir eylem gibi anlaşılması doğru değildir. İnsanlar başka sebeplerden de hicret etmişlerdir. Mesela memleketlerinde afetler olduğunda insanlar memleketlerini terk ederler. Kıtlıklar sebebiyle hicret edenler vardır; Türkler Orta Asya’dan batıya göç etmeye karar vermişler, çünkü hayvanlarını besleyecek, kendilerini besleyecek, ziraî ihtiyaçlarına yetecek suyu bulamamışlardır. Mesela siyasî olarak 20. asırda komünizm belasından da hicret edenler vardır. Komünistlikten dolayı hicret edenler, memleketlerinden kaçanlar var. Hem Ruslardan hem de Sovyet işgaline giren çeşitli coğrafyalardaki Müslüman ve gayrimüslim pek çok insan memleketlerinden göç etmişlerdir. Binaenaleyh göç, insanoğlunun hayatında hep karşılaştığı bir vakadır. 

Peygamberimizin hicretine sebep olan faktörler nelerdir? İslamiyet’te hicret dediğimizde ne anlaşılır?

Mekke’nin fethine kadar olan zamanı birlikte düşünürsek Peygamberimiz kendi hemşehrileri, kabiledaşları, inanmayan müşrik dediğimiz Kureyşlilerle yirmi yıla yakın uğraştı. Bu yirmi yılın 12,5-13 yıla yakını Mekke’de geçti. Esasen Peygamberimizin hicreti incelendiğinde görülür ki Peygamber oluşunun 5. yılında, biz bi’set-i nebevî diyoruz, Kureyşli dinsizlerin önderlerinin, zenginlerinin, asil olduğunu iddia eden insanların özellikle zayıf, köle ve cariyelerden Müslüman olanlara karşı zulüm ve işkenceleri dayanılmaz bir hal almıştır. Peygamberimiz bazı Müslümanları, “orada âdil bir insan var” diyerek Habeş Necaşîsi Ashame’nin yanına gitmelerine izin verir. Necaşî, biliyorsunuz Kisra gibi, Kayser gibi bir unvan. Habeşistan idarecisinin unvanı. Müslümanların bu hicreti sonucunda Ashame Müslüman oldu.

Müslümanların bazıları Habeşistan’a hicret ettikten sonra Kureyş’in işkenceleri bitmedi. Mekke döneminde Peygamberimize ve Müslümanlara yapılan zulümler devam etti. Bu süreçte Habeş hicretinden dönenler, tekrar gidenler vardı; ama işkence bitmedi. Peygamberimiz ve diğer Müslümanlar üç yıl kadar müşriklerin boykotuna maruz kaldılar. Boykot demek her türlü münasebeti kesmek demek, bugünkü batılı bir kelime, kat’-ı alaka ediyorlar yani. Müslümanlara selam vermek, onlarla alışveriş yapmak, kız alıp vermek yok… Müslümanlar çok sıkıntı çekiyorlar. Bu durum üç yılın sonunda kendiliğinden ortadan kalkıyor; ancak Müslümanların canına tak ediyor.

Peygamber Efendimiz, bu sırada her zaman olduğu gibi dini tebliğ için yeni imkânlar elde etmek için gayret sarf etmeye devam etmiştir. Hac ve umre için gelenlerle Arafat’ta, Mina’da, Mekke’de görüşmelerine devam ettiği gibi, gözünü Mekke’nin dışına da çevirmeye başlamıştır. İlk olarak Mekkelilerin bağlarının, bahçelerinin olduğu, ziraata elverişli ve Mekke’ye göre daha ılımlı bir iklime sahip olan, Arabistan’ın kış mevsimi gibi yaz mevsimi geçiren Tâif’te yaşayan Sakîf kabilesinden ümitlendi. Ama maalesef bütün ümitleri boşa çıktı. Tâifliler Peygamberimizin davetini dinlemek bile istemediler. Ayak takımına Peygamber Efendimizi taşlattılar, beraber gittiği Zeyd b.Hârise perişan oldu. Ayakları kanadı, yaralandı. Oradan geri döndü Peygamberimiz sıkıntılı günler bitecek diye beklerken kendisini baştan beri savunan, dedesinden sonra yanında kaldığı amcası Ebu Talip ile çok sevdiği ve kendisine maddî manevî destek olan, altı çocuğunun anası Hatice anamız vefat etti. Bu da Peygamber Efendimiz için büyük bir üzüntü kaynağı oldu. Bu dönemde Peygamber Efendimize Allah İsrâ yolculuğunu, yani gece yolculuğunu nasip etti. Bu yolculuğa maneviyat depolanması diyorum ben. Bu yolculuk Peygamber Efendimizin tebliğ faaliyetlerini hızlandırmasını sağladığı gibi Medine’den, o günkü adıyla Yesrib şehrinden, gelen Evs ve Hazrec kabileleri ile de ilk temas gerçekleşti. Bu ilk temastan sonra Birinci Akabe Biatı yapıldı. 12 erkeğin bulunduğu Birinci Akabe Biatı’na hiçbir kadın bulunmamasına rağmen Kadınlar Biatı da denilmektedir. Çünkü Birinci Akabe Biatı’ndaki maddeler esas alındığında Hicret’ten sonra 6. veya 7. yılda nazil olan Mümtehıne suresindeki kadınların biat şartları aynen bu Birinci Akabe Biatı’nda zikredildiği için âlimler bu biata hiç kadın katılmadığı halde Kadınlar Biatı demişlerdir.

Allah mükevvenatı hep zevciye usulüne göre yaratmıştır, bir dişi var bir erkek var, düzen bu. Hem bitkiler âleminde, hem hayvanlar âleminde hem insanlıkâleminde aynı durum geçerli. Bunun meydana getirdiği anne olma farkları, öbürünün de koca olma veya baba olma; birinin anne birinin baba olma farklarından olan şeyler tali konulardır. Ama temel konu, cennet kadına var mı var, cehennem var mı var, günah-sevap var mı var, e ne farkı var erkekten? O da Allah bir diyecek, diğeri de Allah bir diyecek; o da Muhammed hak diyecek diğeri de. O da akşam yat sabah kalk diyecek, bir farkı yok. Bir tek fark var, cihad mesuliyeti yok kadınlara. Bundan dolayı bu hicret ve biat meseleleri söz konusu olduğu zaman Peygamberimizin hicretini hazırlayan bu Birinci Akabe Biatı’nın hem kadınlar bakımından hem de Peygamberimiz ve Müslümanların oraya hicret etmelerinin temellerinin atıldığı bir antlaşma olması bakımından önemi büyüktür. Peygamberimiz Birinci ve İkinci Akabe Biatlarında söz almıştır. Biat, söz veriyoruz demektir, Ya Resûlallah senin bu dediklerini yapmaya söz veriyoruz, demektir.

Biat biliyorsunuz satmak kökünden geliyor. Yani söz verip nefsimi sana teslim ediyorum demektir biat etmek. Resûlallah’a musafaha edip söz vermektir ki kadınlardan da erkeklerden de alınan bu biat şartları bizim dinimize girerken istenen şartlardır.

Bakın, bu hicreti hazırlayan unsurlara bilhassa dikkat etmenizi istiyorum. Burada ibadetler söylenmiyor. Bunlar ne şartları biliyor musunuz? İslamiyet’in cahiliye çağı diye itham ettiği, içinden çıktığı dönemi hem coğrafi olarak hem zihniyet olarak, yani zaman mekân olarak içinden çıktığı toplumun, cahiliye toplumun hangi fiilleri alışkanlık hale getirdiklerini gösteren hususlardır ki bunlar Müslüman olacaklara önce yasaklanıyor: yalan söylememek, zina yapmamak, kız çocuklarını öldürmemek gibi...

Röportajın devamı Düşünce Dergisi'nin Göç sayısında...



İlgili Konular hicret Mustafa Fayda
Yasal Uyarı: Yayınlanan yazı ve haberin tüm hakları Düşünce Dergisi'ne aittir. Özel izin alınmadan yazı ve haber hiçbir şekilde kullanılamaz. Ancak yazı ve haberin bir kısmı aktif link verilerek alıntılanabilir.

  • Paylaş

dünden bugüne göçler ve türkiye

Göç ve mülteciliğin akademik ve toplumsal hayatımıza bu kadar yoğun bir biçimde girmesinde şüphesiz, (Suriye savaşının başlamasıyla) İkinci Dünya Savaşı’ndan beri en büyük zorunlu göç sorunu ile karşı karşıya olmamızın önemli bir payı var.

Altıncı yılını dolduran Suriye iç savaşı ve Türkiye’nin uyguladığı açık sınır politikasının neticesi olarak resmi rakamlara göre üç milyon civarında Suriye vatandaşı bu süreç içerisinde ülkemize sığınmıştır.

takdim yerine tarihin değişmez akıntısı göç

düşünce dergisi'nin altıncı sayısı çıktı

Artık-değerin gaspı, feodal bağlarından özgürleşmiş emek gücüne ve paranın mahiyetinde gizlenmiş meta fetişizmine olduğu kadar emek sürecinin denetimini kaybetmemek adına emekçiyi daima baskılayacak bir yedek emek ordusuna ihtiyaç duymaktadır. İşte bu çok ihtiyaç duyulan yedek emek ordusunu besleyen en önemli demografik hareket de göç olmuştur.

Tarih boyunca yapılan göçlerin insanın varoluşunu tamamlayan bir süreç olduğundan bahsedilebilir. İnsan gruplarının, dolayısıyla kültürlerin karşılaşmasından yeni toplumsal yapılar, yeni kültürler oluşur. Her bir karşılaşma yeni bir toplumsal inşa manasına gelir.

dr kerem kınık ile göç üzerine

"insani diplomasi önemini yeni idrak ettiğimiz bir kavram"


En Çok Okunanlar