Güncelleme: 17 Nisan 2021

  • Paylaş
“geleneğin icadı” kitabı üzerine bir inceleme

İcat edilmiş gelenek/gelenekler için “neden icat edildiler” sorusunu sormak önemlidir. Hobsbawn, icat edilmiş bu geleneklerin grup birliğini sağlamak ve bunu meşru kılmak adına tarihe başvurduklarını ifade etmektedir. Hatta devrimci hareketler dahi bir noktada halk geçmişine, devrim geleneklerine ve kendi şehitlerine atıfta bulunarak yaratmış oldukları yeniliklerin sağlamlaştırma çabasında bulunmuşlardır.

İktidar bir yöneten unsuru olarak kabul edilirse, onun izleneceği en önemli saha devletin kendisidir. Çünkü Nur Vergin’e göre yönetenler, yönetilenlere karşı en üstün biçimde işleyen bir yaptırım sistemini, devlet aygıtı aracılığıyla gerçekleştirebilmektedirler.1 Ancak devlet unsurunun kendisi durağan veya tarih içinde “verili” bir kurgusal yapı teşkil etmemektedir. Bugünkü manasıyla devlet, modern devlet, merkezileşmiş bir yönetici iradeye sahip, belli bir teritoryal iddiayı barındıran ve diğer hemcinsleri tarafından buna saygı duyulan (egemenlik) bir unsur olarak kabaca özetlenebilmektedir.2 Fakat modern devletin kendisi henüz 5 asırlık bir geçmişe sahiptir. Charles Tilly’nin ileri sürdüğü düşünceye sadık kalarak açıklamak gerekirse, modern devlet –tabi ki Avrupa’da- birbiriyle sıkı bağa sahip üç ayaklı bir gelişim perdesiyle oluşmuştur: savaş yapma (war-making), devlet inşası (state-building) ve kapitalizm. Komşularla yapılan savaşlar ile devlet inşası el ele giderken aynı zaman da yöneticiler bu sürecin maliyetini düzenleme sorunu ile karşı karşıya kalmışlar ve neticesinde onlara borç sağlayacak güçlü sermayedarlara ihtiyaç duymuşlardır. Böylece modern devlet 16. yüzyıldan itibaren güçlenerek oluşmaya başlamıştır.3

Ünlü Alman Sosyolog Max Weber devleti “meşru şiddet tekeli” olarak tanımlamaktadır. Buna göre devletin baskı organları kamu düzenini sağlayabilmek adına fiziki zora başvurma imkanını tekeli altına almıştır.4 Pıerre Bourdieu ise Weber’in bu tanımını daha da genişletir ve devlet denilen unsuru “fiziksel ve sembolik şiddet tekeli” olarak yeniden düşünmeye açmaktadır.5 Devletin şiddet tekelinin yanına sembolik olanın da eklenmesini, Bourdieu, milli bayramlar örneğiyle somutlaştırır. Buna göre, zamansallık algımız devlet aracılığıyla kamusal zamanın yapılarına göre şekillenmekte ve kamusal olan özel olanın kalbine oturmaktadır.6 Bu noktada akıllara Marksist siyaset kuramcısı Louis Althusser’in “Devletin İdeolojik Aygıtları” adlı eseri gelmektedir. Althusser, devletin baskı aygıtları olan hapishaneler, polis, ordu, mahkemeler ile dini, sendikal, kültürel, haberleşme ve tedrisi aygıtlarını birbirinden ayırmaktadır.7 Buna göre, devletin baskı aygıtlarının aksine diğerlerini teşkil eden ideolojik aygıtlar nihayetinde egemen ideolojiyi oluşturmakta ve idame ettirmektedirler.

Bu yazıda ele alınan kitabın bazı bölümleri yukarıdaki açıklama ışığında okunmalıdır. Britanya İmparatorluğu’nun Hindistan’da icat etmiş olduğu bir dizi gelenek ancak bu şekilde yönetme özelinde telakki edilebilmektedir. Özellikle Hindistan’da ve Afrika’daki iktidar unsuru, devletin ideolojik aygıtları vasıtasıyla bir dizi gelenek icat etmeyi başarmış ve bunları bölge özelinde yönetim pratiğine eklemleyebilmiştir. Bir anlamda, icat edilmiş gelenekler, iktidarın yönetme sanatını icra etmesi için kendine hazırladığı uygun sahanın yaratılması olarak doğmuştur. Her ne kadar kitaba da bağlı kalınmak kaygısı sonucu, yazıdaki ilk üç bölümün yukarıdaki paragraflarla ilintisi bulunmasa dahi, özellikle son iki bölüm bir önceki sayfada yapılan izahlarla çok yakından ilişkili görülmektedir.

1 Nur Vergin, (2017). Siyasetin Sosyolojisi, İstanbul: Doğan Kitap, s. 32.

2 Gianfranco Poggi, (2016). Devlet: Doğası, Gelişimi ve Geleceği, İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, ss. 32-33.

3 Joseph Grieco ve G. John Ikenberry, (2003). State Power and World Markets, New York: Norton & Company, ss. 105-109.

4 Nur Vergin, a.g.e., s. 33.

5 Pierre Bourdieu, Devlet Üzerine, İletişim Yayınları, İstanbul, 2016, s. 18.

6 A.g.e., s. 23.

7 Louis Althusser, (2000). İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları, İstanbul: İletişim Yayınları, ss. 23-24.

Yazının devamı Düşünce Dergisi'nin İktidar sayısında...

 



İlgili Konular iktidar Eric Hobsbawm
Yasal Uyarı: Yayınlanan yazı ve haberin tüm hakları Düşünce Dergisi'ne aittir. Özel izin alınmadan yazı ve haber hiçbir şekilde kullanılamaz. Ancak yazı ve haberin bir kısmı aktif link verilerek alıntılanabilir.

  • Paylaş

Düşünce Dergisi’nin, iktidar kavramını enine boyuna tartıştığı ve farklı disiplinlerin bakış açılarını bir araya getirerek geniş bir perspektiften meselenin anlaşılmasına gayret ettiği yeni sayısı huzurlarınızda.

İktidarı herkes hayal eder, arzu eder. Bunda bir belirsizlik yok. Öte yandan iş, “istemeye” yani “irade etmeye” geldiğinde bu kadar emin olamıyoruz. Çünkü devlet ya da talih kuşu, her isteyene değil; istediğine konar. Zaten her isteyenin iktidar sahibi olamayacağı gerçeğini, gücün doğası ya da doğa yasası olarak güç bize söyler.

Yüzyılın başına göre hemen her alanda olduğu gibi ekonomik iktidar ile siyasi iktidar arasındaki ilişkilerde önemli değişmeler yaşandı. Önceleri ekonomik iktidarı elinde tutanlar siyasi iktidara sahip olurken günümüzde bu süreç tersine döndü. Toplumda siyasal iktidarı ellerinde bulunduranların ya da iktidarı denetleyenlerin ekonomik iktidara da sahip oldukları görüldü.

Neoliberalizm ile birlikte devletler, girişimcilik ile ilgili birtakım özgürlüklerin sağlanması ve serbest ticaretin gerçekleşmesi için kurumsal çerçeveyi oluşturmuştur. Ancak, bu kurumsal çerçeve, insanların refahına yönelik oluşturulmaya çalışılsa da kapitalizmin sermaye ile ilişkisinin yoğunlaşmasıyla bu çerçeveler uluslararasılaşma çerçevesinde finansallaşmayı tetiklemekte ve bireylerin gelirlerinin, finansal sisteme, borçlanmaları karşılığında dâhil edilmesine neden olmaktadır.

Bireyler, tüketilen nesneler çağının edilgen unsuruna; tüketmek için üreten kişilere dönüşmüştür. Bu dönüşümün temelinde, zihniyette olduğu kadar uygulama alanı olan pazarların da yoksunluk çektiği ahlâk unsurunun kullanılamayışından söz edilebilir.

yirmi birinci yüzyılın teknoloji temelli iktidarı

Enformasyonun ve toplumun, yapay zeka ve bilgisayarlar/bilgisayar ağlarınca kontrol edilmeye başlanması, aynı zamanda toplumsal iktidarların daha da güçlenmesine ve -bu iktidar güçleri üzerinde hiçbir söz hakkı bulunmayan- sıradan insanların paranoyalarının en üst düzeylere taşınmasına da yol açmıştır.


En Çok Okunanlar