17 Mart 2023

  • Paylaş
“krishna mustafa”: 'göçmen' edebiyatında dinî kimliğin aktarılış biçimleri

Namazın nasıl kılındığını tam olarak bilmeyen Mustafa; secdeyi, selam vermeyi ve namazın sonunda okunan duada nasıl hareket etmesi gerektiğini bilmektedir. Secdeye yönelir ve bu harekette Allah’ın onu her açıdan gördüğünü düşünerek rahatsız olur. Daha sonra sırt üstü dönerek köprü hareketi yapar ve bu hareketi ile bu dünya ve öteki dünya arasında bağ kurduğunu düşünür.

Postmodern edebiyat kapsamında da değerlendirilebilecek olan Almanya’daki üçüncü nesil göçmen edebiyatı, postmodern dönemde dinî kimliklerin temsili bakımından dikkate değerdir. Bu kapsamda küyerel (glokal) ve postmodern kimliğin baskın karakteri olan melezliğin ve tireli kimliklerin romanlarda da sık sık boy gösterdiğine şahit oluyoruz. 1971 yılında Köln’de doğan Selim Özdoğan da bu tarz karakterlere eserlerinde sıklıkla yer veren bir romancıdır. Özdoğan, göçmen bir ailenin çocuğu olması nedeniyle göçmen edebiyatında üçüncü nesil yazarlardan sayılmaktadır.1 Bununla birlikte Özdoğan, duygusal anlamda kendisinin Türkiye’ye “yeteri kadar” bağlı olmadığını dile getirmiştir. Eşi Alman olan yazar, çocuklarının da annelerinin soyadını aldığını belirtmiştir. Türkiye’nin kendisi için çocukken gittiği bir yer, Türkçenin ise konuştuğu bir dil olduğunu söylemiştir (Brown, 2016).

Özdoğan’ın 2016 yılında yayımlanan “Wieso Heimat, ich wohne zur Miete” (Neden Vatan Olsun ki Kirada Oturuyorum) adlı eserinin başkişisi Krishna Mustafa; kim olduğunu ve köklerini bulmak için Freiburg’dan İstanbul’a gelir ve burada yaşadıkları ile dünyayı algılayış biçimi, günümüz dünyasında dinin etkisine ve algılanmasına dönük, oldukça önemli ipuçları içerir.

Alman Maria ve Karslı Recep’in oğlu olarak 1990 yılında dünyaya gelen Krishna Mustafa, ismiyle dahi dinî bağlamda bir çoğulluğa işaret etmektedir. Annesi Maria’nın 23 yaşında iken karavanı ile yollara düşüp on altı ayını Hindistan’da geçirmesinin ardından Krishna Mustafa’nın dünyaya gelmesi ve isminin Hindu Tanrısı “Krishna” konması oldukça önemlidir. “Mustafa” isminin ise hem dini hem de milli bir anlamı olmasına rağmen Recep’in isminin sadece “seçilmiş kişi” anlamına gelmesinden ve büyük işler başaracağına, hayatta bir iz bırakacağına inanılmasından dolayı koyulmuş olduğu belirtilir. Buna rağmen sembolik bir isim olan “Mustafa”nın, “Krishna” ile birlikte kullanılmış olması oldukça önemlidir hem o hem bu olmanın ne o ne de bu olmanın ve/veya melezliğin de simgesidir.

İstanbul’da İstiklal Caddesi’nde dolaşan Mustafa, etrafında çeşitli mezheplerden ve sanatsal türlerden birçok kilise görmesine rağmen hiçbir camiye rastlayamaz. Çocukluğu Türkiye’de geçen Mustafa, Türkiye’ye yabancıdır. Bir çocuk saflığıyla etrafı inceler ve insanların söyledikleri ile yaşadıkları uyuşmayınca şaşırır. İnsanlar ona camilerden, sakallı adamlardan, İslam’dan, Ayasofya’dan, Sultan Ahmet’ten, Süleymaniye’den ve ezandan bahsetmiştir ancak o kendini kiliselerle ve Noel ışıkları ile dolu bir çevrede bulur.

1 Bundan tam altmış yıl önce başlayan Almanya’ya Türk göçü neticesinde birinci nesil için “misafir işçi”, ikinci nesil için “yabancı” ya da “göçmen”, üçüncü ve dördüncü nesil için “göç kökenli insan”, “Euro-Türk” gibi ifadelerin kullanımına paralel olarak edebiyatta da “misafir işçi edebiyatı”, “göçmen edebiyatı”, “kültürlerarası edebiyat”, “Türk-Alman yazını” gibi ifadeler kullanılmıştır ve kullanılmaktadır. (Almanya’ya Türk göçü ve edebiyat ilişkisine dönük daha detaylı bilgi için bkz. Yücedağ, 2020:41-56.)

 

Yazının devamı Düşünce Dergisi'nin "Din" sayısında...

 

 



Yasal Uyarı: Yayınlanan yazı ve haberin tüm hakları Düşünce Dergisi'ne aittir. Özel izin alınmadan yazı ve haber hiçbir şekilde kullanılamaz. Ancak yazı ve haberin bir kısmı aktif link verilerek alıntılanabilir.

  • Paylaş

Aslında pozitivizmin sunduğu türden kesin bir ilerlemecilik fikri bir yanlışlık olarak ortada dursa da bu durum insan hayatında ya da dünya tarihinde hiçbir şekilde bir ilerlemenin olmadığı anlamına gelmez. Pozitivist ilerleme, bir genelleme sonucunda ilerlemenin kesin şekilde iyi olduğuna hükmetmiş bir yaklaşımdır ve yanılgısı da bu hükmünden kaynaklanmaktadır.

Son tahlilde 2023 Eğitim Vizyonu Belgesi, insan ve eğitim fenomenine yaklaşımda resmi ağızdan akıl-kalp kutupsal sinerjisi vurgusuyla bir ilke imza atmış ve fakat tinsel meşruiyet açısından aynı önemli opsiyonu, gönlü düşüncenin stepnesi kılan ayrıntılı öneri ve düzenlemelerdeki vurgularla bloke etme yoluna girmiştir.

Bu kitap, İslam tarihinde Müslümanlar arasında var olan fikir ve inanç birliğini inkâr etmiyor. Aksine bu meseleyi “İslam dünyası” fikrinden ve bu fikrin üretildiği bağlamdan ayırıyor. “İslam dünyası” fikrinin iddia ettiği siyasi kader birliği fikrinin on dokuzuncu yüzyılda belirdiğini ifade ediyor.

Medeniyet tecrübemizi ve tefekkür tarihimizi, medeniyetimizin kendi gökyüzü altında inceleyen Fazlıoğlu, “ışk-amel-hâl”in “akılnazar-kâl”e tercih edildiğini söyler. Böylece tasavvuf ve halk terbiyesi önceliği ilm’e değil ışk’a vermiştir.

Yunan Anayasası’nın laik olmadığını hatırlatmak gerekir. Bu durumda Yunan Devleti Kiliseye ve Ortodoks din adamlarına herhangi bir siyasi müdahalede bulunamazken, Türklere ait dini kurumları hegemonyası altına alması elbette ki bir çelişki ihtiva eder. Bu durumu acaba din özgürlüğünde çağ atlayan Yunanistan’ın kendi halkından önce Azınlığa laikliği getirme lütfu olarak mı anlamalıyız?

Arnavutluk'ta diktatör Enver Hoxha'nın partisinin attığı ilk adım, din adamlarına karşı mücadele olmuştur. Parti, din adamlarının dini vaazlardan ve çeşitli dini törenlere ve bayramlara katılmaktan vazgeçmesini talep etmiştir. İtaatsizlik durumunda, din adamları ve yandaşları propaganda yaptıkları gerekçesiyle cezalandırılacaktı ve devlete ihanet etmiş sayılacaklardı.


En Çok Okunanlar