17 Mart 2023

  • Paylaş
günümüzde popüler kültür ve tasavvuf: mevlânâ ve mevlevîlik örneği

Sözün düşüşü ve imajların yükselişi, insanın hakikat ve anlam arayışını kökünden baltalayan bir süreç olarak postmodernizmin hakikati ve anlamı reddeden onun yerine yorumları koyan yapısıyla birebir örtüşmektedir. Böylelikle imajların yeni medya vasıtasıyla daha da yaygınlaşması ve gündelik hayatı adeta istila etmesi mümkün olabilmiştir.

Mevlevilik kuruluşundan itibaren ve özellikle Osmanlı asırlarından bu yana kültür ve sanat hayatının merkezinde yer alan bir tarikat olmuştur. Klasik Türk şiiri, klasik Türk musikisi ve tasavvuf musikisi, mimarî, İslami tezyinat sanatları ve benzeri birçok sanat alanında Mevleviliğe dair temaları ve Mevlevi sanatkârları görmek mümkündür. Mevlevihaneler bulundukları her yerde, tekke vasıflarının yanı sıra, birer kültür ve sanat merkezi olarak hizmet vermiş ve büyük sanatkârlar yetiştirmiştir. Mevleviliğin kültür ve sanat alanındaki bu gücü modernleşme döneminde iki taraflı bir tesir yaratmıştır. Şöyle ki tarikatın bu gücü, bir yandan Osmanlı modernleşmesi ve Cumhuriyet döneminde sekülerleşen kültür içerisinde tasavvufî kültür ve sanat eserleri vasıtasıyla ve Cumhuriyet hükûmetlerinin Mevleviliğe sağladığı göreceli tolerans sayesinde dine bir yer açılmasını sağlamıştır. Ancak öte yandan da bu sürece paralel olarak Mevleviliğin kültürel boyutunun tekke ve zaviyelerin kapatılması ve tarikatın kurumsuzlaşmasını müteakiben sekülerleştirici ve profanlaştırıcı bir tesirle Mevleviliğin dini boyutunu olumsuz bir şekilde etkilediği görülmektedir.

Mevlevilik tarikatına mensup ve pek çoğu dede ünvanlı bestekârların ve bestelenen Mevlevi ayinlerinin Türk musikisine getirdiği incelik ve seviye Osmanlı kültür hayatında etkisini en üst düzeyde hissettirmiştir. Mevlevi musiki üstatları III. Selim başta olmak üzere birçok padişah tarafından da desteklenmişlerdir.1 Musikinin yanı sıra Divan Edebiyatı’nda da Mevlevilik tesiri açık bir şekilde görülmektedir. Hatta bu tesir o derece büyüktür ki Mevlâna ve Mevlevilik araştırmacısı Abdülbaki Gölpınarlı “Divan Edebiyatı içinden bir Mevlevi edebiyatı ayırt edilebilir mi?”2 sorusunu sormaktadır. Gölpınarlı bu soruya cevap olarak Nef ’i’den Naili ve Neşatî mektebine ve oradan da Divan Edebiyatı’nın adeta “hitâmüh’ül-misk”i olan Şeyh Galib’e kadar uzanan Mevlevi şairler neslinin Klasik Türk şiirini tasavvufla yoğurduğunu söyler.3 Ayrıca Gölpınarlı, Mevlevi şairler sayesinde Divan edebiyatına has kalıplaşmış mecaz ve mazmunların dışına çıkan, bir yandan taze mazmun ve hayallerle örülü ve bir yandan da köklü bir tasavvufi geleneğe mensup bir şiir dili oluşturulduğunu ifade etmektedir. Gerçekten de adı geçen Mevlevi şairlerin kendi dönemlerindeki şairler arasında nevi şahsına münhasır bir dil yakaladıklarına şahit olmaktayız. Klasik kültürümüzün musiki ve şiir gibi en önemli iki sanat dalında Mevleviliğin bu tesir gücü, tasavvufun kültür yaratıcı rolüne ilişkin değerlendirmelerde bulunan Kenan Gürsoy tarafından zikredilen “yaratıcı edep” kavramını bir kez daha gündeme getiriyor:

“…kültür ve tasavvuf dendiğinde, kanaatimizce üzerinde asıl durulması gereken ve yaşayan insanla tam bağlantı halinde kavranması gereken özellik, tasavvuf adına yaşanan kültür ortamında oluşturulan “hayat üslubudur.” Bu “üslup”, her türlü kuramsal ve bilimsel bakışın ötesinde, “yaşanan bilgelik” şeklinde kendini ortaya koyan “gönül İslâmiyeti”dir… Biz bu üsluba, her zerrede ilahi kudretin zuhura gelişini düşünerek kendini ve kültürü inşa eden ve bu zuhurla adeta alışveriş edercesine kendince yaratarak ona sevgisini ve onu koruma sorumluluğunu sürdüren insanın hayat karşısındaki tutumu anlamında “edeb” diyoruz. Bu tutum “kültür yaratıcılığı”na aksettiğinde, iyiyi, güzeli ve doğruyu, bunların gerçek sahibi olma iddiasından uzak olarak arayan; hatta tam da burada kendi anlamlı sınırını fark eden insanın dinamizmini ifadelendiren şu kavram ortaya çıkacaktır: “Yaratıcı Edeb”.”4

Burada ifade edildiği üzere yaratıcı edep kavramı, gönül İslamiyeti içerisinde geliştirilen hayat üslubunu gündelik hayata ve kültüre aksettiren bir araç olarak görülmektedir. Oysa geçtiğimiz iki yüzyıl boyunca “evrenselci” ve “modernleştirici” ve bugünse “küreselleştirici” ve “postmodernleştirici” kültürel süreçlerin oluşturduğu baskılar sonucunda bu kavram, “tasavvuf adına yaşanan kültür ortamı”ndan koparak yaratıcılığını yitirmiş bir edep ve edebini yitirmiş bir yaratıcılık şeklinde çeşitli dönüşümlere uğramış olabilir. Bu dönüşümleri daha iyi anlamlandırabilmek için kısaca 19. yüzyıl başından itibaren Mevleviliğin de maruz kaldığı modernleştirici sürece bakılması faydalı olacaktır.

1 Mehmet Gönül, Mevlevilik ve Musiki, İSTEM, Yıl-5 Sayı:10 2007, s. 86.
2 Abdülbaki Gölpınarlı, Mevlana’dan Sonra Mevlevilik, İnkılâp Yayınları, İstanbul, 2006. s. 405.
3 a.g.e. ss. 409-410.

4 Kenan Gürsoy, Tasavvuf ve Kültür Yaratıcılığı, Bursa’da Dünden Bugüne Tasavvuf Kültürü-3, Bursa, 2004, ss:12-13.

 

Yazının devamı Düşünce Dergisi'nin "Din" sayısında...

 

 



Yasal Uyarı: Yayınlanan yazı ve haberin tüm hakları Düşünce Dergisi'ne aittir. Özel izin alınmadan yazı ve haber hiçbir şekilde kullanılamaz. Ancak yazı ve haberin bir kısmı aktif link verilerek alıntılanabilir.

  • Paylaş

Aslında pozitivizmin sunduğu türden kesin bir ilerlemecilik fikri bir yanlışlık olarak ortada dursa da bu durum insan hayatında ya da dünya tarihinde hiçbir şekilde bir ilerlemenin olmadığı anlamına gelmez. Pozitivist ilerleme, bir genelleme sonucunda ilerlemenin kesin şekilde iyi olduğuna hükmetmiş bir yaklaşımdır ve yanılgısı da bu hükmünden kaynaklanmaktadır.

Son tahlilde 2023 Eğitim Vizyonu Belgesi, insan ve eğitim fenomenine yaklaşımda resmi ağızdan akıl-kalp kutupsal sinerjisi vurgusuyla bir ilke imza atmış ve fakat tinsel meşruiyet açısından aynı önemli opsiyonu, gönlü düşüncenin stepnesi kılan ayrıntılı öneri ve düzenlemelerdeki vurgularla bloke etme yoluna girmiştir.

Bu kitap, İslam tarihinde Müslümanlar arasında var olan fikir ve inanç birliğini inkâr etmiyor. Aksine bu meseleyi “İslam dünyası” fikrinden ve bu fikrin üretildiği bağlamdan ayırıyor. “İslam dünyası” fikrinin iddia ettiği siyasi kader birliği fikrinin on dokuzuncu yüzyılda belirdiğini ifade ediyor.

Medeniyet tecrübemizi ve tefekkür tarihimizi, medeniyetimizin kendi gökyüzü altında inceleyen Fazlıoğlu, “ışk-amel-hâl”in “akılnazar-kâl”e tercih edildiğini söyler. Böylece tasavvuf ve halk terbiyesi önceliği ilm’e değil ışk’a vermiştir.

Yunan Anayasası’nın laik olmadığını hatırlatmak gerekir. Bu durumda Yunan Devleti Kiliseye ve Ortodoks din adamlarına herhangi bir siyasi müdahalede bulunamazken, Türklere ait dini kurumları hegemonyası altına alması elbette ki bir çelişki ihtiva eder. Bu durumu acaba din özgürlüğünde çağ atlayan Yunanistan’ın kendi halkından önce Azınlığa laikliği getirme lütfu olarak mı anlamalıyız?

Arnavutluk'ta diktatör Enver Hoxha'nın partisinin attığı ilk adım, din adamlarına karşı mücadele olmuştur. Parti, din adamlarının dini vaazlardan ve çeşitli dini törenlere ve bayramlara katılmaktan vazgeçmesini talep etmiştir. İtaatsizlik durumunda, din adamları ve yandaşları propaganda yaptıkları gerekçesiyle cezalandırılacaktı ve devlete ihanet etmiş sayılacaklardı.


En Çok Okunanlar