17 Mart 2023

  • Paylaş
çok-kültürcü asimilasyon: yunanistan’da dinî özgürlüğün asimilatif yönü

Yunan Anayasası’nın laik olmadığını hatırlatmak gerekir. Bu durumda Yunan Devleti Kiliseye ve Ortodoks din adamlarına herhangi bir siyasi müdahalede bulunamazken, Türklere ait dini kurumları hegemonyası altına alması elbette ki bir çelişki ihtiva eder. Bu durumu acaba din özgürlüğünde çağ atlayan Yunanistan’ın kendi halkından önce Azınlığa laikliği getirme lütfu olarak mı anlamalıyız?

Ulus-devletlerin ortaya çıkışından bu yana gündemden düşmeyen, farklılıkların bir arada nasıl yaşatılacağı meselesi çözülememiş bir düğüm olarak önemini hala koruyor. İlkin, ulus-devletlerin kendilerine bir meşruluk kaynağı oluşturması amacıyla ortaya çıkan asimilasyoncu söylem farklılıkların her halükârda hâkim kültür içerisinde eriyeceklerini öngörüyordu. Sonrasında, özellikle İkinci Dünya Savaşı tecrübesinin yarattığı hayal kırıklığıyla birlikte asimilasyoncu söylem yerini çok-kültürcü söyleme bıraktı. Farklılıkların hâkim kültürde erimelerinin doğal bir süreç değil bilinçli bir homojenleştirme stratejisi olduğu anlaşıldığında milyonlarca Yahudi çoktan soykırıma uğramış, diğer birçok azınlık topluluğu ise halihazırda büyük zulümler görmüştü.

Çok-kültürcülük meselesi söz konusu olduğunda ilk akla gelen ülkelerden biri olan Amerika Birleşik Devletleri yaşadığı tecrübelerle Avrupa’ya büyük ölçüde rol model olmuştur. Bu anlamda birçok Avrupa devleti homojen ulus ülküsünün başarısızlığını kabul etmiş, yerine çok-kültürcü politikalara yönelmiştir. Yunanistan’ın katı asimilasyoncu politikalarını terk etmesi ise ancak 90’lı yılların ortalarını bulmuştur. Avrupa Birliğine katılmasıyla birlikte katı asimilasyonculuğu bir kenarda bırakmak zorunda kalan Yunanistan, bu süreçten sonra katı olmayan bir asimilasyonculuk politikasına devam etmiştir.

Bütün bu gerçekler ışığında Yunanistan’da tarihsel bir azınlık konumunda bulunan Batı Trakya Türklerinin de Yunanistan’ın asimilasyoncu politikalarından nasibini fazlasıyla aldığını söylemek mümkündür. Özellikle, Lozan Antlaşması’nda bulunan dini azınlık ifadesine (1973, s. 14) dayanarak Batı Trakya Türklerinin etnik kimliğini inkâr eden Yunanistan, Azınlığı Yunan-Müslüman azınlık göstermiş, bu doğrultuda uzun yıllar baskı uygulamıştır. Bu baskı günümüzde ortadan kalkmasına rağmen -veya baskı rıza yoluyla gerçekleşmesine rağmen- asimilasyon çabaları devam etmektedir. Dini özgürlük söylemiyle Yunanistan, Azınlığın dini kurumlarını tekeline almış ve son yıllarda dini özerklik haklarını ihlâl ederek birçok dini kurumu bir devlet kurumu haline getirerek kendi hegemonyası kapsamına almıştır. Bu gerçeklerden hareketle, makalede çok-kültürcülük ve asimilasyon çalışmaları bağlamında Batı Trakya Türklerinin durumu tartışılacaktır.

Yazının devamı Düşünce Dergisi'nin "Din" sayısında...

 



Yasal Uyarı: Yayınlanan yazı ve haberin tüm hakları Düşünce Dergisi'ne aittir. Özel izin alınmadan yazı ve haber hiçbir şekilde kullanılamaz. Ancak yazı ve haberin bir kısmı aktif link verilerek alıntılanabilir.

  • Paylaş

Aslında pozitivizmin sunduğu türden kesin bir ilerlemecilik fikri bir yanlışlık olarak ortada dursa da bu durum insan hayatında ya da dünya tarihinde hiçbir şekilde bir ilerlemenin olmadığı anlamına gelmez. Pozitivist ilerleme, bir genelleme sonucunda ilerlemenin kesin şekilde iyi olduğuna hükmetmiş bir yaklaşımdır ve yanılgısı da bu hükmünden kaynaklanmaktadır.

Son tahlilde 2023 Eğitim Vizyonu Belgesi, insan ve eğitim fenomenine yaklaşımda resmi ağızdan akıl-kalp kutupsal sinerjisi vurgusuyla bir ilke imza atmış ve fakat tinsel meşruiyet açısından aynı önemli opsiyonu, gönlü düşüncenin stepnesi kılan ayrıntılı öneri ve düzenlemelerdeki vurgularla bloke etme yoluna girmiştir.

Bu kitap, İslam tarihinde Müslümanlar arasında var olan fikir ve inanç birliğini inkâr etmiyor. Aksine bu meseleyi “İslam dünyası” fikrinden ve bu fikrin üretildiği bağlamdan ayırıyor. “İslam dünyası” fikrinin iddia ettiği siyasi kader birliği fikrinin on dokuzuncu yüzyılda belirdiğini ifade ediyor.

Medeniyet tecrübemizi ve tefekkür tarihimizi, medeniyetimizin kendi gökyüzü altında inceleyen Fazlıoğlu, “ışk-amel-hâl”in “akılnazar-kâl”e tercih edildiğini söyler. Böylece tasavvuf ve halk terbiyesi önceliği ilm’e değil ışk’a vermiştir.

Yunan Anayasası’nın laik olmadığını hatırlatmak gerekir. Bu durumda Yunan Devleti Kiliseye ve Ortodoks din adamlarına herhangi bir siyasi müdahalede bulunamazken, Türklere ait dini kurumları hegemonyası altına alması elbette ki bir çelişki ihtiva eder. Bu durumu acaba din özgürlüğünde çağ atlayan Yunanistan’ın kendi halkından önce Azınlığa laikliği getirme lütfu olarak mı anlamalıyız?

Arnavutluk'ta diktatör Enver Hoxha'nın partisinin attığı ilk adım, din adamlarına karşı mücadele olmuştur. Parti, din adamlarının dini vaazlardan ve çeşitli dini törenlere ve bayramlara katılmaktan vazgeçmesini talep etmiştir. İtaatsizlik durumunda, din adamları ve yandaşları propaganda yaptıkları gerekçesiyle cezalandırılacaktı ve devlete ihanet etmiş sayılacaklardı.


En Çok Okunanlar