17 Mart 2023

  • Paylaş
kudsî hadis ile ayet arasında, gelenek ile modernlik arasında din algısı ve her şeye rağmen bir teklif

Medeniyet tecrübemizi ve tefekkür tarihimizi, medeniyetimizin kendi gökyüzü altında inceleyen Fazlıoğlu, “ışk-amel-hâl”in “akılnazar-kâl”e tercih edildiğini söyler. Böylece tasavvuf ve halk terbiyesi önceliği ilm’e değil ışk’a vermiştir.

Din, insana yaratılışı icabı verilmiştir. Yani insanın tabiatında mevcuttur. İnsana sonradan eklenmiş, kazara oluşturulmuş bir şey değildir. Varoluşun temelindedir; zira varoluş ancak din ile anlamlandırılabilir. Din, insanların gücünü hissettiği Yaratıcı’yı ve O’nun yaratışını, insan hayatının başlangıcını ve sonunu, insanın kendi dışında o geniş evren ile ilişkisini bildirir. İnsanı varsayımlardan alır ve insanın fıtratını hatırlatarak nasıl hareket etmesi gerektiğini anlatır, açıklar. Kişi, dinsiz/inançsız ise kendi zatî değerinin altında yaşar.1

Kişi, dinsiz iken kendini tanımak ve anlamlandırmakta zorlanır. Bu bağlamda din, insandan ve dünya hayatından ayrı ve bu hayata alternatif bir şey değildir. Aksine, insanı ve bu dünya hayatını anlamlandırmasında öncelikli koşuldur. Bugün insanın sürdürdüğü hayatın normal ve yegâne gerçek olduğuna dair oluşan algısı, çağdaş yaşamın sürdürülmesi için çağın yaptığı vaazın neticesidir. Bu algının oluşması, birçok tarihî olaya dayanmaktadır. Aydınlanma dönemi, Rönesans ve Reform dönemi, Fransız İhtilali ve bu olaylar içerisinde cereyan eden Hümanizm ve insan merkezli dünya algısı… İnsanın aslî kaynağı olan inanç olmaksızın insan merkezli dünya okumaları anlamlı bir “bütün” teşkil edebilir mi? Bir bütünü oluşturamamasından daha kötü olan ise bugünkü inançsızlığın temelinde de bu tarz bir okumanın bulunmasıdır. İnançsızlık; insanın kendisini her şeyin ölçüsü olarak görmesiyle başlayan bir tutumdur. Hakikatin tek ölçüsü olarak kendini gören insan, hayatındaki yegâne hâkim unsurun kendi aklı ve iradesi olduğuna inanmaya başlar.2 Bu sebepten kendi özüne dair anlamı/algılarını parçalar ve anlamsızlığın, inançsızlığın içine sürüklenir.

Din ve dünya ayrımı, insanların algılamalarından dolayıdır. Kimine göre din, dünyadan ayrıdır. Kimine göre dünya hayatı önceliklidir. Kimine göre din, dünyadan önce gelir. Kimine göre din, dünyanın alternatifidir. Hep bir ikiliğe dayanan bu ayrım, insanın özüne dair derinlemesine düşünmemesinden kaynaklanmaktadır. Dünyanın dine yakınlığı/uzaklığı insanın dini algılama/anlama biçiminden yani algısından dolayıdır. Erol Güngör’ün de dediği gibi “derinlemesine düşünüldüğünde böyle bir ayrımın ne kadar anlamsız olduğu” görülecektir. Din, insana bu dünyadan ahirete giden yolculuğun duraklarını ve kurallarını; her iki âlemin gerekliliklerini anlatır. Aslında bu ikili ayrımın ana aktörü, modern dünya dediğimiz bu düzendir. Modern dünya, bütün çağlarda olduğu gibi “din”i kendine alternatif kılarak meşruiyetini sağlamaktadır. Bütün batıl, hurafe, uydurulmuş şeyler kendine hep bir alternatif üretir. Oysa hakiki manasında din, dünya ve ahireti bağlar, birleştirir. Başlangıcı ve sonu tayin eder, arasını da açıklar. Dünya, dinin tatbik alanıdır. Din, alternatif bir hayat değildir. Bu açıdan aslında seküler hiçbir şey yoktur. Bu sebeple klasik ve modern dönem de insan hayatı ve din açısından gereksizdir. İnsan hayatını din ile özdeşleştirmek gerekirse “ân” vardır. Din terimi insan hayatının bütün unsurlarını kapsayan bir içeriktir. Klasik ve modern olarak ikiye ayrılan dönemler ise bu bağlamda yaşanan hayatın referans noktasını bilmek açısından adlandırılmıştır. Bu ifadeleri çok genel ve muğlak kullandığımız bilinmelidir. Aslında tarihî bir nitelendirme olmayıp insan algısının/zihninin dönemlendirilmesi demek daha yerinde olacaktır. Klasik dönem algısında “din” referans alınıp hayat buna göre oluşturulurken; modern dönemde “insan” referans alınıp din buna göre oluşturulmaktadır. Oysa hakikatte “insan” da “din” de Mutlak Varlığın bilinmesi ve tanınması için araçtır.3 İster klasik ister modern dünya, adına ne dersek diyelim her dönemin, dünya ve ahiret hayatının yegâne, tek ve biricik gerçeği budur. Din, bu bağlamda Tanrı’dan ayrılmaz biçimde ve ona bağlı bir kuvvettir. İnsan, kâinat ve onların aralarındaki ilişkiyi din ile kuran Tanrıdır ve işte bu üç ilke, bütün insan algı ve davranışlarında vardır. Bu bağlamda din, insan-kâinat-Tanrı ilişkisini kuran mekanizmanın adıdır. Bu üçlü mekanizmayı hayata yansıtmak, insanların algısına ve eylemlerine bağlıdır. Dönemlere de dine de bu açıdan bakılmalıdır.

1 Leo Nikolayeviç Tolstoy, Din Nedir?, Çeviren: Murat Çiftkaya, Kaknüs Yayınları, 2000, s. 11-19.; Seyyid Hüseyin Nasr, Genç Müslümana Modern Dünya Rehberi, Çeviren: Osman S. Gündoğdu, İnsan Yayınları, 2020, s. 19. 

2 Metin Özdemir, İnanç Problemlerinin Toplumsal Yansımaları, Modern Çağın İnanç Sorunları, Editör: Dr. Fatih Kurt, DİB Yayınları, 2019, s. 23.

Yazının devamı Düşünce Dergisi'nin "Din" sayısında...

 

 



Yasal Uyarı: Yayınlanan yazı ve haberin tüm hakları Düşünce Dergisi'ne aittir. Özel izin alınmadan yazı ve haber hiçbir şekilde kullanılamaz. Ancak yazı ve haberin bir kısmı aktif link verilerek alıntılanabilir.

  • Paylaş

Aslında pozitivizmin sunduğu türden kesin bir ilerlemecilik fikri bir yanlışlık olarak ortada dursa da bu durum insan hayatında ya da dünya tarihinde hiçbir şekilde bir ilerlemenin olmadığı anlamına gelmez. Pozitivist ilerleme, bir genelleme sonucunda ilerlemenin kesin şekilde iyi olduğuna hükmetmiş bir yaklaşımdır ve yanılgısı da bu hükmünden kaynaklanmaktadır.

Son tahlilde 2023 Eğitim Vizyonu Belgesi, insan ve eğitim fenomenine yaklaşımda resmi ağızdan akıl-kalp kutupsal sinerjisi vurgusuyla bir ilke imza atmış ve fakat tinsel meşruiyet açısından aynı önemli opsiyonu, gönlü düşüncenin stepnesi kılan ayrıntılı öneri ve düzenlemelerdeki vurgularla bloke etme yoluna girmiştir.

Bu kitap, İslam tarihinde Müslümanlar arasında var olan fikir ve inanç birliğini inkâr etmiyor. Aksine bu meseleyi “İslam dünyası” fikrinden ve bu fikrin üretildiği bağlamdan ayırıyor. “İslam dünyası” fikrinin iddia ettiği siyasi kader birliği fikrinin on dokuzuncu yüzyılda belirdiğini ifade ediyor.

Medeniyet tecrübemizi ve tefekkür tarihimizi, medeniyetimizin kendi gökyüzü altında inceleyen Fazlıoğlu, “ışk-amel-hâl”in “akılnazar-kâl”e tercih edildiğini söyler. Böylece tasavvuf ve halk terbiyesi önceliği ilm’e değil ışk’a vermiştir.

Yunan Anayasası’nın laik olmadığını hatırlatmak gerekir. Bu durumda Yunan Devleti Kiliseye ve Ortodoks din adamlarına herhangi bir siyasi müdahalede bulunamazken, Türklere ait dini kurumları hegemonyası altına alması elbette ki bir çelişki ihtiva eder. Bu durumu acaba din özgürlüğünde çağ atlayan Yunanistan’ın kendi halkından önce Azınlığa laikliği getirme lütfu olarak mı anlamalıyız?

Arnavutluk'ta diktatör Enver Hoxha'nın partisinin attığı ilk adım, din adamlarına karşı mücadele olmuştur. Parti, din adamlarının dini vaazlardan ve çeşitli dini törenlere ve bayramlara katılmaktan vazgeçmesini talep etmiştir. İtaatsizlik durumunda, din adamları ve yandaşları propaganda yaptıkları gerekçesiyle cezalandırılacaktı ve devlete ihanet etmiş sayılacaklardı.


En Çok Okunanlar