Sayı 13 / Sinema - 21:21, 06 Mayıs 2021 Perşembe
sinemada dijital dönüşüm ve cinsel kimlik

Cinsiyet kimliklerinin, bireysel beden türlerinin fiziki gerçeklik düzeyinde eşitlenmesi, insanlık tarihinin gelişimine başlangıcından itibaren temel teşkil eden heteroseksüelliğin ve ailenin belirleyicilik rolünün göreceleşmesine ve giderek anlamını yitirmesine yol açmıştır.

Karanlığın içinden çıkıp gelen ışık dalgalarının perdeye yansıttığı hareketli görüntüler izlenmeye başlandığında, tarih yaprakları 1895 yılını gösteriyordu. Böylece seyirci, matbaa ve fotoğraf makinasının icadından sonra ilk defa yeni bir medyumun doğuşuna şahitlik ediyordu. Resim, fotoğraf ve tiyatrodan farklı olarak ilk defa seyirci, fiziki zaman-mekân gerçekliğinin belirli bir süre içinde kopyalanmış görüntülerini şaşkınlıkla izliyor, gördüklerini kendi gerçeklik algısıyla karşılaştırma imkânına kavuşuyordu.

Filmin birçok kişi tarafından topluca seyredilmesi, bakışın öznelliği şartını ortadan kaldırıyor, toplumsal bir metaa dönüştürülebilme tehlikesine işaret ediyordu. Ayrıca filmin iç-dış, yakın-uzak gibi çekim teknikleri, özel ve toplumsal alan arasındaki sınırları ihlal ediyor, seyirciden mahremiyet sınırlarına tecavüz imkânını dikizlemenin hazzını yaşaması talep ediliyordu.

Bütün bu gelişmeler, film medyumunun, gerçek ve gerçek-dışı, hayal ve rüya, öznel ve nesnel sınırlar arasında nasıl bir oyun tertip edebileceğini, varoluş düzeyleri ve zaman-mekân boyutlarını çeşitlendirmek suretiyle, gerçeklik algısını nasıl köklü biçimde dönüştürebileceğini gösteriyordu.

İlk filmlerde, doğal optik algının taklit edilmesi dolayısıyla seyirci, fiziki dünya tasavvurunun bir tür simülasyonuyla yüzleşiyor, böylece gerçek ve sanal algı mantıklarının yer değiştirmesi imkânı beliriyordu. Bu imkân, film medyumunun resim ve tiyatro gibi diğer sanat dallarından farklı fakat bir o kadar da tartışılması gereken yönüne işaret ediyordu. Zira seyirci ilk defa, kendi günlük hayat tecrübelerinin simülasyonuyla karşılaşıyor, gösterime sunulan hadiselerin kendine özgü gerçekleşme mantığını ve düzeylerini, fiziken dâhil olmaksızın müşahede ediyor, kendi günlük hayat tecrübelerinin göreceli sınırlarıyla yüzleşiyordu. Bu bir anlamda, seyircinin fiziken dâhil olduğu, norm ve değerlerini içkinleştirdiği gerçek dünya tecrübesinin, bizzat katılmayı ve içkinliği gerekli kılmayan sanal ve keyfi biçimde manipüle edilebilir bir dünya ile yüzleşmesi, yer değiştirmesi anlamına geliyordu.

 

Yazının devamı Düşünce Dergisi'nin Sinema sayısında...