Düşünce Sohbetleri - 14:29, 09 Mart 2022 Çarşamba
dijitalleşme ve piyasanın ‘e-’hali

düşünce sohbetleri - 19 Düşünce Dergisi’nin “Piyasa(laşma): İdeoloji Mi Ütopya mı?” başlıklı 14. sayısı sayısının editörü İÜ Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü Arş. Gör. Dr. Muhammed Fatih Karakaya'nın yöneticiliğinde, 26 Şubat 2022 tarihinde KOCAV TV Youtube kanalı üzerinden çevrimiçi olarak yayınlanan Düşünce Sohbeti'nin konukları Borsa İstanbul Özel Pazar Kıdemli Uzmanı Abdurrahman Kılıç ve Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğr. Gör. Dr. Orhan Önder oldu.

dijitalleşme ve piyasanın e- hali

Paranın Zaman İçindeki Değişimi ve Yapay Zaka, Piyasa ve Etik ilişkisi

19’uncusu düzenlenen Düşünce Sohbetleri programının bu seferki ev sahipliğini, Düşünce Dergisi’nin 14. Sayısı olan “Piyasa(laşma): İdeoloji Mi Ütopya mı?” sayısın editörü İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü araştırma görevlisi Dr. Muhammed Fatih KARAKAYA üstlendi. 26 Şubat 2022 tarihinde KOCAV TV Youtube kanalı üzerinden çevrimiçi olarak yayınlanan programda konuklardan Borsa İstanbul Özel Pazar Kıdemli Uzmanı Abdurrahman Kılıç Kripto paralar ve paranın yeni hallerinden bahsederken diğer katılımcı olan Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi öğretim görevlisi Dr. Orhan Önder yapay zeka meselesini biraz daha sağlık piyasası ve etik bağlamında tartıştı.

Fatih Karakaya konuşmacıları takdim etmeden önce Düşünce Dergisinin ilk yayınlanmaya başlandığı zamanlarda tersten bir yazar okur buluşması gerçekleştirme fikrini ortaya attıklarından bahsetti ve Düşünce Sohbetlerinin ortaya çıkışını şöyle anlattı: “Önce okurlar yazarları ile buluşurlar ve bu buluşmada yapılan konuşmalar bir metne dökülür. Bunlar daha sonra yeni okurlarıyla buluşurlar. Biz tersinden hareket edelim dedik. Bir metni yazan yazarı o metni okuyan okurlarıyla bir araya getirerek bu metinde -belki yazılı olmanın cilvesi gereği- dillendiremediği veya atlamış olduğu, açmak istediği veya okurlarının merak ettiği hususları da tekrardan didikleyelim, yazının bir sonrasına uzanalım niyetini gütmüştük.” dedi. Bu sohbette de iki yazar ile birlikte oluğunu, yazarların makalelerini tekrar bizimle paylaşacaklarını söyleyen Karakaya takdimin ardından sözü Abdurrahman Kılıç’a bıraktı.

Piyasaları oluşturan para, piyasanın objesi haline geldi!

Kılıç sözlerine sunumunu nasıl gerçekleştireceğinden bahsederek başladı. Yazısının uzun bir özetini sohbet havasında sunacağını daha sonra bazı konularda açılımlarda bulunacağını söyledi. Öncelikle para ile başladı. Paranın üç fonksiyon üzerinden tanımlandığını belirterek bunları şu şekilde sıraladı: mübadele aracı olması, hesap birimi olması ve değer saklama aracı olması. En önemli özelliğinin mübadele aracı olması olduğunu söyledi. Değer saklama aracı olarak da zenginliğin stiflenmesi olarak bakılabileceğini belirtti. Parayla ilgili temel teorilerden ilkinin paranın emtia teorisi olarak ortaya atılması olduğunu ve bu teorinin Aristoteles’e dayandırıldığını anlattı. Diğer bir teorinin ise para ile ilgili devlet teorisi olduğunu ve bunun da Platon’a dayandırıldığını söyledi ve şu şekilde anlattı: “Emtia teorisi kısaca şöyle ortaya çıktı: insanlar ilk zamanlarda ticareti kolaylaştırmak için yükte hafif pahada ağır bir şeyi temel bir baz kabul edelim bununla ticaret yapalım dediler. Bu insanlar arasında gelenek olarak oluştu. Ve bu içsel değeri olan yani kendi kendinden değeri olan değerli metaller böylece ilk para oldu. Altın ve gümüşü biz tarih boyunca paranın emtia teorisindeki temel para olarak algılayabiliriz. John Locke, David Hume, Karl Marx gibi isimler daha çok bu akımı temsil ediyor. Paranın devlet teorisinde ise paranın değerli bir metal olmasına gerek yok. Çünkü paranın gücü arkasındaki devletin hukukundan kaynaklanır. Para simgesel bir şey. Devlet neye para diyorsa para odur. Arkasındaki devletin yaptırım gücü kadar ve itibarı kadar para paradır deniliyor. Yani devletlerin arkasında durması sebebiyle bir kağıt parçası değerliyse buna biz itibari para diyoruz.” Sonrasında Kılıç, kısaca paranın serüvenini anlattı. Parayı ilk Lidyalıların Anadolu’da icat ettiğini ve ilk icat edilen paranın altın para olduğunu söyledi. Sonrasında bakır ve bronz para kullanıldığını ekledi. 17. Yüzyıldan 1971’e kadar dünyada hakim olan paranın altın ve gümüş para ve onlara bağlı kağıt paralar üzerinden yürüdüğünü söyleyen Kılıç 1971 yılından sonra artık basılan kağıt paraların temsili para olmadığını, devletin arkasında hukuk olarak durduğu itibari para olduğunu anlattı. Türkiye’de de 2001 krizinden itibaren pratikte emtia paranın tamamen terk edildiğini ve serbest kur politikasına geçildiğini söyledi. Bu aşamadan sonra paranın değerinin uluslararası arenada, piyasada belirlendiğini ve artık bugünden sonra paranın piyasanın konusu olduğunu vurguladı. Tarih boyunca tüm hizmetleri, her şeyin fiyatını belirleyen; piyasaların oluşmasını sağlayan paranın kendisinin de piyasanın bir objesi haline geldiğini söyledi. Kılıç paranın serüveninin ardından Kripto parayı anlatmaya başladı. Kripto paraların devlet tarafından basılmadığını ve blokchain denilen bir teknolojiye dayandığını söyledi. Kripto parayı ‘blokcahinde yapılan bir işlemin ya da yapılan bir hareketin dünyadaki en güçlü şifreleme sistemleri ile doğrulama mekanizması’ olarak tanımladı. Örneklerle blockchain sistemini anlattı. Ardından paranın piyasanın konusu olması ile ilgili rakamlar verdi. Sonrasında ise Bitcoin’in karşılaştırmalı rakamlarını verdi. Bu şekilde piyasanın mevcut durumunu değerlendirdi ve şöyle devam etti: “Arkasında devlet varsa para paradır. Devlet yoksa bu para değildir gibi bir mantıkla baktığımız zaman blokchainin arkasında bir hukuk yok. Emtia paralarda olduğu gibi geleneksel bir uzlaşma var. İki taraf da ‘ben buradaki doğruluğu kabul ediyorum’ diyorsa kabul edilir. Bunun bir para olabilmesi için mübadele aracı olması gerekiyor. Genelgeçer kabul görülen hiçbir hukukta bir ödeme aracı olarak geçmiyor. O yüzden kripto paralar tam olarak bir para olamadı. Mübadele aracı olamadı. Devletler bunu hukuken düzenlemeye başlarsa hukuki bir anlamı olacak.” dedi. Bitcoin’in henüz bir mübadele aracına dönüşemeden ayrıca bir hesap birimi de olamadan sadece bir değer saklama aracına dönüştüğünü yani paranın üç temel fonksiyonundan yalnızca değer saklama, serveti bir şekilde istifleme ve tasvir etme aracına dönüştüğünü belirtti. Böylece piyasanın konusu haline geldiğini söyledi. Türkiye olarak kripto para üretimi bakımından oldukça geride olduğumuzu üniversite eğitimlerinde bu alanlara yönelik eğitim verildiği takdirde birçok blokchain projelerinin ortaya çıkabileceğini söyleyerek sözlerini noktaladı.

Piyasa Yapay Zeka İlişkisinin Etik Müdahale İhtiyacı!

Dr. Orhan Önder sunumunda yapay zeka ve piyasa meselesini sağlıkta dijitalleşme özelinde ve etik açıdan değerlendirdi. Sunumunu üç ana bölüm üzerinden gerçekleştirdi.

En basit ifade ile yapay zekayı, görevleri yerine getirmek için insan zekasını taklit eden ve yinelemeli olarak kendini geliştirebilen sistemler ve makineler olarak tanımlayabileceğimizi söyledi. Yapay zekanın tarihini ve gelişimini anlattı ardından yapay zeka kışından bahsederek bu durumun piyasa ile ne kadar bağlantılı olduğunu ortaya koydu. Piyasanın somut faydalar gördükçe bu alana yatırım yaptığını, bu yatırım ile paralel olarak yapay zekanın gelişiminin hızlandığını söyledi. Dr. Önder yapay zeka alanındaki teknik gelişmelerin özellikle son on yılda piyasadan gelen desteğin çok artmasını sağladığını söyledi ve bu konuda güncel istatistiklerden bahsetti. Sağlık alanındaki gelişmelere de değinen Dr. Önder sağlıkta dijitalleşmeyi şöyle anlattı: “Sağlıkta dijitalleşme özelinde endüstri dört sıfır diye dillerimize pelesenk olan nesnelerin interneti, simülasyon, otonom robotlar, artırılmış gerçeklik, bulut bilişim, siber güvenlik gibi kavramlarla 21. Yüzyılda geliştirilen teknolojiler devrim niteliğindeki gelişmelere sebep oldu. Yine dijitalleşme, bankacılık, medya, eğitim, sağlık gibi sektörlerde etkisini yoğun bir şekilde gösterdi. Tabi sağlık sektörü yapay zeka çalışmalarının erken evrelerinde yine hedefteki sektörlerden bir tanesiydi. Uzman sistemlerinden bazıları doğrudan sağlık sektöründe kullanılan sistemlerdi. Fakat zaman içerisinde bir takım nedenlerle diğer sektörlerin yanında sağlık sektörü yapay zeka uygulamalarının biraz daha yavaş gerçekleştiği bir alan oldu.” dedi ve bununla birlikte sağlık alanındaki yapay zeka gelişmelerini anlattı. Ülkemizdeki gelişmelerden bahsederken 2003 yılından başlanmak üzere 2010 yılına kadar ülkemizde bulunan tüm hastanelerde Hastane Bilgi Yönetim Sisteminin entegre edilmiş olduğunu söyledi. Yine bu konuda e-nabzı üzerinden hasta verileri depolandığından bahsetti. İçerisinde bulunduğumuz bu on yıllık dönemin yapay zeka araştırmalarının piyasa açısından hacminin inanılmaz artacağı bir dönem olacağını söyledi ve sonrasında sağlıkta yapay zeka alanında -sağlık diğer sektörlerden geride kaldığı için- bir sıçramanın yaşanacağını vurguladı.

Makalesinin son bölümünde tüm bu meselenin etik boyutunu tartıştığını söyleyen Dr. Önder bunun sebebinin henüz gelişmekte olan bu alanlara faal olarak etik açıdan olumlu katkılarda bulunmanın mümkün ve önemli olmasından kaynaklandığını söyledi. Kişisel verilerin kullanılacağı bu sistemlerin; verilerin hatalı kullanılması, güvenlik zafiyeti,  mahremiyet ihlalleri, veri güvenliği, veri kesinliği gibi bir takım güvenilirlik ve güvenlik sorunları barındırdığını söyleyerek etik açıdan önemine vurgu yaptı. Ülkemizde Ulusal Yapay Zeka Stratejisi yayınlandığını bu alanda ölçülülük, emniyet, güvenlik, tarafsızlık, mahremiyet, şeffaflık, açıklanabilirlik gibi çok paydaşlı yönetişim ilkelerinin bu raporda yer aldığını söyledi. Sözlerine tasarım ve etik meselesinden bahsederek devam etti. Bu meseleyi şu şekilde anlattı: “Teknolojik her bir ürün aslında içerisinde üreten taraflar tarafından bir takım değerlerle yükleniyor. Bu konuda KOCAV’da bir hocamız şöyle bir ifade kullanmıştı: eğer arabayı Türkler icat etmiş olsaydı arabaya binerken ayakkabılarımızı çıkarırdık, demişti. Yani bir teknolojinin üretimi bu teknolojinin üretildiği kültürden ve ahlaki sistemden bir takım eserler taşır. İşte bu düşünceyle halihazırda yapay zeka sistemlerini üretirken biz kendi hazinemizden, kendi kültürümüzden nasıl bir yansıtma yapabiliriz ve tasarım sürecinde kendi ahlaki ilkelerimizi tasarladığımız sistem ürün üzerinde nasıl uygulanabilir ve operasyonelleştirilebilir kılabiliriz bunları düşünmemiz gerekli.” dedi. Düşünce Dergisi Sohbetlerinin 19’uncusu dinleyicilerden gelen soruların cevaplandırılması ile son erdi.