09 Ağustos 2020

  • Paylaş
çevrimiçi eğitim, dijital okuryazarlık ve akademik uçurum üzerine

Bugün içinde bulunduğumuz küresel salgın süreci de eğitimde dijital dönüşümü tetikleyen bir unsur olarak karşımıza çıkmaktadır. Artık tüm üniversitelerde, uzaktan eğitim ve online öğretim bir tercih meselesi değil zorunluluk haline gelmektedir.

“Tele-çalışmayla ilgili inceleme yapan insanların sayısı,

gerçekten tele-çalışan insanların sayısından daha fazla”dır.

Bu ifade, küresel salgın nedeniyle “Elektronik Kulübe”lerimizde sürdüğümüz online yaşantılarımız üzerine yürütülen (bulaşıcı) araştırmaların bir neticesi değildir. 1990’larda tele-çalışma üzerine incelemeler yapan bir araştırmacının ortaya koyduğu bu tespitin üzerinden neredeyse 30 yıl geçmiştir.

Tele-çalışma, 1990’larda evlerinden bilgisayarla telekomünikasyondan yaralanarak serbest çalışanlar ile bürolarından eve ek iş getirenlerden oluşmaktaydı. O yıllarda bilgisayarlı iletişim faaliyetleri işle ilgili durumlarda gerçekleşmekteydi. Daha sonraki süreçte kitle iletişim ile bilgisayarın birleşmesi, multi-medya olarak adlandırılan yeni bir elektronik sistem doğurdu. Böylece elektronik iletişimin çapı işten eve, okullardan hastanelere, sağlıktan eğitime dek hayatın bütün alanlarını kapsayacak şekilde genişledi. Özellikle bankalar, oturduğumuz yerden işlem yapmamız için tele bankacılığı dayatıyor, online alışverişte de patlama yaşanıyor. Üniversiteler de yavaş yavaş, ama kesinlikle online öğretimle eklemlenecekleri bir döneme giriyor( Castells, 2005: 40-41). Bankacılık ve e-ticarette yaşanan hızlı dijital dönüşümün eğitim sisteminde daha yavaş gerçekleşeceği tespitinde bulunan Castells, üniversitelerin dijital dönüşüme direnç göstereceğini veya hemen adapte olmayacağını öngörmüş olabilir. Ancak bugün küresel bir virüsün üniversiteyi online eğitimlerle ışık hızıyla “ağ”a eklemlenmesine, tele konferansın çeyrek asırlık bir farkla üniversiteyi tümüyle kuşatmasına tanık oluyoruz. Castells’ın tabiriyle ifade edecek olursak “Elektronik Kulübede Gündelik Hayat”larımız ile ağa tümüyle entegre olmuş durumdayız.

Kriz dönemlerinde, olağan zamanlarda gerçekleşmeyen değişimler, hayatımızı hızlıca kuşatır ve normal seyrindeki toplumsal dönüşüm, koşulların zorlaması ile büyük bir ivme kazanır. Bugün içinde bulunduğumuz küresel salgın süreci de eğitimde dijital dönüşümü tetikleyen bir unsur olarak karşımıza çıkmaktadır. Artık tüm üniversitelerde, uzaktan eğitim ve online öğretim bir tercih meselesi değil zorunluluk haline gelmektedir. Eğitim sistemi mevcut düzeninin sürdürülmesi ve gelecek nesillere bilgi aktarımı gibi geleneksel işlevinin ötesine geçerek, dijital dönüşümü sağlayan itici bir unsur haline gelmeye başlıyor. Bu süreç, eğitimde dijital dönüşümü engelleyen unsurların bir anda nasıl ortadan kalktığını ve böylece toplumsal değişime öncülük edebilecek bir potansiyelin nasıl açığa çıktığını görmek bakımından önemlidir.

 

Yazının devamı Düşünce Dergisi'nin Üniversite sayısında...

 



İlgili Konular çevrimiçi eğitim
Yasal Uyarı: Yayınlanan yazı ve haberin tüm hakları Düşünce Dergisi'ne aittir. Özel izin alınmadan yazı ve haber hiçbir şekilde kullanılamaz. Ancak yazı ve haberin bir kısmı aktif link verilerek alıntılanabilir.

  • Paylaş

Klasik üniversite yapılanmalarının hepsinin bir felsefesi ve bu felsefe üzerine kurguladıkları bir sistemleri bulunuyor. Bugün bir Alman Üniversitesi, bir Fransız veya İngiliz Üniversitesi’nden ve ekollerinden bahsedebiliyoruz. Bu da bizi “‘Bir Türk Üniversitesi’ var mıdır?” şeklinde bir soruya yöneltiyor.

Türk üniversitesi modern bir teşebbüs olarak 1900’de Sultan Abdülhamid tarafından kurulmuştur ve iyi ve güçlü bir üniversite olarak kurulmuştur. 1900’de biz bu modern üniversiteyi kendi geleneksel kültür mirasımızla ilişki içerisinde kurduk. Bu anlamda modern üniversite olduğu gibi transfer edilmemiştir.

Bugün içinde bulunduğumuz küresel salgın süreci de eğitimde dijital dönüşümü tetikleyen bir unsur olarak karşımıza çıkmaktadır. Artık tüm üniversitelerde, uzaktan eğitim ve online öğretim bir tercih meselesi değil zorunluluk haline gelmektedir.

En üst düzey bilgi üreten kurumlar olarak üniversiteler, insanın anlam arayışına cevap bulma, hayat görüşünün oluşması ve bu görüşe göre evrenin anlamlandırılmasına katkı sağlamaya çalışan kurumlardır.

aziz sancar bilim her türlü baskıdan uzaklık ister

"Her şeyden önce çocuklarımıza bilim kültürünü ve çalışmadan başarılı olunamayacağını aşılamamız gerekiyor. Ne kadar zeki ve kabiliyetli olursanız olun, çalışmadan kendinize, ailenize, memleketinize ve insanlığa katkı sağlayamazsınız."

Durmuş Hocaoğlu, Üniversite meselesini ilköğretim düzeyinden ele almakta, üniversitenin maddi ve manevi boyutlarını birlikte işlemekte, üniversitenin problemlerinin kaynaklarını ortaya koymakta ve Türkiye’nin gelişebilmesinin yolunun eğitimin külliyen yeniden yapılandırılmasıyla mümkün olacağını savunmaktadır.


En Çok Okunanlar