Güncelleme: 18 Mart 2023

  • Paylaş
değişen ailede dönüşen velayet

Velayetin hukuki olduğu kadar manevi ve toplumsal yönü de gözetilerek geniş kapsamda anlaşılması gerektiği kabul edilmektedir. Fakat velayetin sınırları ne kadar geniş çizilmiş olursa olsun nihayetinde bu sınırların son haddi, çocuğun menfaati olacaktır.

“Her hukuki müessese, hattâ her hukuki kaidenin arkasında:

Uzun bir tarih,

Derin bir felsefe,

İlmî bir iktisat ve geniş bir sosyoloji vardır.”

(S. M. ARSAL)

Hukuk; ait olduğu toplumdan ve uygulandığı zamandan bağımsız değerlendirilemez. Toplumsal yapıdaki değişim ve dönüşüm ile zamanın gerekleri, hukuktaki temel düzenlemelere etki ettiği gibi bazı kavramların anlamında daralma ve/ya genişlemelere de yol açabilmektedir. Dolayısıyla hukuku katı, donmuş, bir kere düzenlendikten sonra değiştirilemez ve farklı şekilde yorumlanamaz nasların toplamı olarak değil; bilakis canlı bir organizma gibi anlamak gerekir.

Hukukun bu canlı yapısı, gündelik hayatta herkesin dahil olduğu hukuki ilişkilerde, çok geniş bir zeminde izlendiğinden, diğer hukuki düzenlemelere göre daha görünür olur. Özellikle aile hukukundaki yansımalar, istisnasız her insanın mevcut veya müstakbel hayatına etki ettiğinden toplumsal bir etkileşimin ve merakın odağıdır. Toplumdaki inkar edilemez ve engellenemez değişimler, bir şekilde aile hukukunun sahasına girerek bu alanın daha dinamik ve güncel kalmasına yol açar. Bu sebeple aile hukukundaki değişiklikler ve kavramların kapsam ve anlamı bu alanda çalışanların daima tetikte olmasını gerektirir.

Toplumsal değişmelere bağlı olarak ailenin mahiyetinin ve ona yüklenen anlamın değişmesi, aile hukukunun ana hatlarını oluşturan aile ilişkilerinin de az ya da çok farklılaşmasına neden olmaktadır. Aile ilişkilerinin temel hatlarından biri olan ana baba ile çocuklar arasındaki ilişkinin hukuki mecradaki temsili olan velayetin, günümüz şartlarında nasıl bir görüntüye sahip olduğuna da bu açıdan yeniden bakmak gerekir. Şüphe yok ki aile içi ilişkilere yüklenen anlam, velayete yaklaşımı da önemli ölçüde değiştirmiştir. Bu çalışmada, bahsi geçen değişimin bazı önemli sinir uçlarına dokunulmaya çalışılacaktır. Çok kapsamlı ve uzun soluklu olan bu dönüşüm sürecinin, her açıdan incelenmesi, bu yazının kapsam ve amacını aşacağından yalnızca bazı önemli noktalara işaret edilmekle yetinilecektir.

 

Yazının devamı Düşünce Dergisi'nin "Aile" sayısında...



Yasal Uyarı: Yayınlanan yazı ve haberin tüm hakları Düşünce Dergisi'ne aittir. Özel izin alınmadan yazı ve haber hiçbir şekilde kullanılamaz. Ancak yazı ve haberin bir kısmı aktif link verilerek alıntılanabilir.

  • Paylaş

Geleceğe dair çıkarımlar bugünden bağımsız olarak yapılamazlar. “Olmakta olan nedir?” sorusu, geleceği tahayyül etmeyi de kolaylaştırır. Bir gelecek, şimdi burada olmayan bir geleceğe, olmayan o yere dair tahayyül olan ütopyalar ve distopyalar da şimdinin tarihi olarak nitelendirilirler.

Dijitalleşme ile birlikte aileyi bir araya getiren dinsel ritüeller de sekteye uğramaktadır. Dijitalleşmenin kutsal değerler üzerinde uyguladığı baskı nedeniyle ailevi dayanışma giderek zayıflamaktadır. Bugün gençler, fiziki mekândan kopuk bir şekilde siber evrende evsiz ve sanal bir varlık olarak yaşamaktadır.

TikTok’ta ailelerin ürettiği içeriklere bakıldığında her gün binlercesi üretilen ve yayınlanan bu içeriklerle aile içi ilişkilerdeki kültürel normların olumsuz yönde dönüşeceğini söylemek mümkündür. Şöhrete erişme isteğini de içinde barındıran paylaşılan içerikler, bireylerin bu uğurda aile mahremiyetlerini hiçe saymalarına sebep olmaktadır. Bu durumun ahlaki yozlaşmayı da beraberinde getireceği şüphesizdir.

Reality şovlar o dönemde yalnızca ünlülerin hayatının kamuoyuyla buluşturulduğu, bir anlamda halkla ilişkiler işi olmaktan çıkıp tek bir ailenin boşanma sürecinin konu edildiği, “ucubelerin”, dezavantajlı insanların hayatlarını resmeder bir hale geldi. Bu anlamda 1970’li yılların dönüşüm süreci, reality şov programlarına kapı araladı.

Savaş sebebiyle göç eden aileler daha çok sorunlarla muhatap oluyorlar elbette. Bunlar aile birliğinin bozulması, yolda karşılaşılan güçlükler, ölümler, çocuk, kadın ve erkeklerin kaçırılması, resmi ve gayrı resmi geçişler, göç edilen ülkede yaşanan başlıca ekonomik, kültürel, psikososyal zorluklardır.

Siyasal aile konusu, esaslı şekilde ilk olarak İbn Haldun tarafından ele alınmış konulardan biri olarak karşımıza çıkar. Nitekim Haldun’a (Hassan, 2015, s. 207-209) göre devletin kurucu gücü asabiyete dayanır. Asabiyet ise devleti kuran insan gücünün aile bağlarına gönderme yapar. Diğer tabirle bu bir “kandaşlık” vurgusudur.


En Çok Okunanlar