Güncelleme: 15 Ekim 2020

  • Paylaş
çin’in işkence kültürü ve doğu türkistan’daki zulmü üzerine

Çin tehdidi daha çok “Uygur” Türklerini ilgilendiren bir konu haline gelirken, diğer Türk devlet veya topluluklarının siyasi elitleri ile aydınlar sınıfının ekseriyeti kültürel sınırlar yerine politik sınırları tercih ederek “Türkistan’ın işgali sorunu” bütün Türklerin değil, sadece “Uygurların sorunu” durumuna meşruiyet kazandırma yolunu seçmiştir.

Çin, umum Türklerin derin hafızasında “Sakıncalı” bir ülke veya bölge; Çinli kavmi ise “mesafeli durulması” gereken bir kavimdir. Zira, İslamiyet öncesi Türk zihninde çok acılı izlerin bırakıldığı en azından yazıtlarda, destanlarda ve Çin yıllıklarında kayıtlıdır. Aynı zamanda, Türkler ise Çinliler açısından birleşik tek çatı altında olduğunda büyük tehdit, diğer zamanlarda yurtları yutulması kolay, halkı yönetilmesi asan bir halktır. Çin veya Çinli elitler için bu durum geçmişte öyle olduğu gibi günümüzde de aynıdır. Çünkü, değişmeyen Çin yazı sistemi milli hafızayı canlı tutmakla birlikte stratejik genişleme için de tarihsel tecrübe, meşruiyet ve güçlü özgüven ile özenerji sağlamaya devam etmektedir. Durum, Türkler açısından öyle değildir. Sürekli değişen yazı sistemleri, mekânsal değişimler ile din ve medeniyet çevresindeki farklılaşmalar hafıza değişimini kolaylaştırırken, tehdit algılarını da ona göre değiştirmiştir.

Türklerin tek siyası çatı altında birleşik bir millet olma rüyası İslamiyet sonrasında neredeyse boşa çıkmış, devam eden kültürel bütünlük Rusların Türkler dünyasında başlattığı fiziki ve kültürel işgali ile bölünüp parçalanmaya başlamış, SSCB rejimi tarafından yönlendirilen ve desteklenen yerel kimlikleri öne çıkartan “milletçik” oluşturma süreci SSCB sonrasında da devam etmiştir.

Çin’in Doğu Türkistan’ı tamamen işgal etmesi (1884) ile Türkistan ve Kafkasya’nın kahir ekseriyeti Rus ve Çin hegemonyası altında sömürgeleştirilirken, güneyi İngiliz etkisine, Osmanlı bakiyesinden doğan genç Türkiye Cumhuriyeti de Batı’nın çeşitli etkilerine kendi isteğiyle girmiştir. Diğer Türk coğrafyasından her alanda daha bağımsız olan Türkiye Cumhuriyeti, Batılılaşma girişimi ekseninde umumi Türk gövdesinden belirli düzeyde farklılaşarak, olabildiğince “Doğu”dan kopmaya çabalamıştır.

Bütün bu sürecin sonunda, Çin tehdidi daha çok “Uygur” Türklerini ilgilendiren bir konu haline gelirken, diğer Türk devlet veya topluluklarının siyasi elitleri ile aydınlar sınıfının ekseriyeti kültürel sınırlar yerine politik sınırları tercih ederek “Türkistan’ın işgali sorunu” bütün Türklerin değil, sadece “Uygurların sorunu” durumuna meşruiyet kazandırma yolunu seçmiştir. Bu meşruiyet esasında, Çinlilerin “Uygur sorunu bizim iç sorunumuz” tezini desteklemiş, “Doğu Türkistan” diye isimlendirmeyi Çin’in iç meselesine karışmak ve bölücülük olarak algılamış, ecdat yadigarı toprağına artık Çin kırıntısı “Sincan, Şincan” demeyi normalleştirmişlerdir. Xi Jinping iktidarı sonrası gizli emellerini daha açık hale getirilmiş, “Çin Rüyası” sloganı ile birlikte hayata geçirilmeye başlanan “Yeni İpek Yolu Projesi”nin detayları ortaya çıktıkça, Türkler ve tehdidi bizatihi hissetmeye başlayan diğer “Türki”ler aslında Çin’in başta Batı Türkistan cumhuriyetleri olmak üzere bütün Türkler Dünyasını tehdit eden bir “güç” olduğunu anlamaya, yavaş ve geç olsa da idrak etmeye başlamıştır. Kovid19 nam-i diğer Çin virüsü’nün işbu “idraklanma” sürecine müspet katkılar sunduğu da söylenebilir.

 

Yazının devamı Düşünce Dergisi'nin Şiddet sayısında...

 

 



Yasal Uyarı: Yayınlanan yazı ve haberin tüm hakları Düşünce Dergisi'ne aittir. Özel izin alınmadan yazı ve haber hiçbir şekilde kullanılamaz. Ancak yazı ve haberin bir kısmı aktif link verilerek alıntılanabilir.

  • Paylaş

“emperyalizm, hegemonya, imparatorluk: tarihsel dünya düzenleri ve ırak’ın işgali” kitabının incelenmesi

Şiddet nedir? Onu nasıl tanımlarız? Bize neyin şiddet olup olmadığını ayırmamızda yardımcı olan veya bizi yanıltan telakki zeminleri nelerdir? Yazıda incelenecek olan kitap, bu soruların temelinde düşünürlerin fikirlerini ortaya koymamaktadır. Bunun yerine, düşünürlerin “verili” bir şiddet anlayışı üzerinden getirmiş oldukları eleştirileri işlemeyi amaç edinmektedir.

Korona sürecinde hem kitlesel hem de bireysel şiddet vakalarında da maalesef ciddi bir artış söz konusu. Aile içi şiddetin hızla yükseldiği, uğradığı şiddet sonucu bireysel sığınma talep eden kadın sayısının çoğaldığı ve boşanma başvurularının dört kat kadar arttığı sürecin başlangıcında ilk gelen bilgilerden.

Günümüzde korku sineması, doyumsuz insanoğlunun istek ve arzuları doğrultusunda sınır tanımaz şiddet ve cinsellik barındıran bir havaya bürünmüştür. İlk dönemlerin zarif ve ince ölümleri sonraları kanların oluk oluk aktığı ve beden parçalarının ortalığa savrulduğu savaş sahnelerinin çok üstünde vahşet verici ve hatta iğrendirici öğelerle süslü bir yapıya dönüşmüştür.

Akran zorbalığı konusunda okullarda yapılacak çalışmalar arasında okul politikası geliştirme, kurum kültürü oluşturma ve akranlar arasındaki iletişimin niteliğini arttırma çalışmaları yapılması olası sorunların önlenmesi, azaltılması ve ortadan kaldırılmasına yardımcı olacaktır.

Siber zorbalık sadece söylemsel düzeyde gerçekleşmez, kişisel bilgilerin izinsiz kullanımı, mesajların, resimlerin kayıtların habersizce paylaşılması gibi etik dışı davranışları da içerir. Bu nedenle siber zorbalık, hem kullanılan aracın türüne göre hem de içeriğe göre çeşitlilik göstermektedir.


En Çok Okunanlar