06 Mayıs 2021

  • Paylaş
türk sinemasında arabesk

Arabesk, tükettikçe özlem çektikleri dünyaya sahip olabileceklerine inandırılmaya çalışılan, ancak yetersiz kaldıkça bunalan, sıkılan kitlelerin kendini dışa vurmasının, dile getirmesinin bir işaretidir.

Türkiye’de Arabeskin Ortaya Çıkışı

Türkiye’de arabeskin hangi toplumsal ve siyasal yapının ürünü olduğunu belirlemek için II. Dünya Savaşı sonrası Türkiye’sinin genel durumumu ana çizgileriyle incelemek gerekir.

1950’li yıllar çok önemli ekonomik ve siyasal değişikliklerin yaşandığı bir dönemdir. İçe kapalı, yabancı sermayeyle organik bağlar kurmaktan çekinen radikal devletçi politikalar terk edilmiştir; özel girişim, devlet eliyle güçlendirilirken yabancı sermaye ülkemize girmeye başlamıştır. Bürokratlar, politikacılar ve işadamları birbirlerine iyice yaklaşmışlardır. Bütün bunlar Türkiye’de kapitalistleşme sürecini başlatan olgulardır. Emre Kongar “İmparatorluktan Günümüze Türkiye’nin Toplumsal Yapısı” adlı kitabında Türkiye’nin toplumsal ve ekonomik yapısında önemli sonuçlar doğuran değişmenin tarımda makineleşme olduğunu ileri sürer. Traktör, biçerdöver gibi gelişmiş tarım araçlarının bir anda köylere gelmesi, tarım kesiminde yoğun bir işsizliğe neden olmuştur. Devlet bütün etkinliklerini özel girişimin desteklenmesine yöneltmiş, tarım kredilerini kapitalist gelişmeyi sağlamak için büyük işletmecilere vermiştir. Bu durum toprakların büyük işletmecilerin elinde toplanmasını getirmiştir. Bunun sonucu işsizleşen köylüler 1960’lara gelinirken kentlere akın akın göçmeye başlamışlardır (Kongar, 1981: 390).

Küçük kasabaların, köylerin elverişsiz yaşam koşullarına karşılık, değişik iş olanakları ve daha iyi bir yaşam sunar görünümündeki kentlerin çekiciliği köyden kente göçü yoğunlaştırmıştır. Oysa kentlerdeki iş olanakları işgücünün çok altında gelişmektedir. Yine de sanayideki görece yüksek ücretler, köyden kente göç eden işsizler için oldukça çekicidir (Kongar, 1981: 391-392).

Kır yaşamının iticiliği, kent yaşamının çekiciliği giderek kentsel bir nüfus patlamasına yol açar. Bu patlama kentlerin yarattığı iş olanaklarının üzerindedir. Ayrıca toplumsal hizmetler (sağlık-eğitim gibi) bu patlamayı karşılayabilecek düzeyde değildir.

Kentlerdeki kamu hizmetlerinin ve çeşitli olanakların yetersizliği ile anakent planlarının yapılmamış ya da yapılanların uygulanmamış olması, Türkiye’de kentleşmeyi temel sorunlardan biri durumuna getirir. Kongar, kentleşmenin temelinde yatan sorunu kısaca sanayileşme ile kentleşme arasındaki uyumsuzluk olarak değerlendirir. Ona göre, gerçek ve hızlı sanayileşmeden çok, hizmet kesimlerindeki iş fırsatlarıma dayanan hızlı kentleşme söz konusudur.

 

Yazının devamı Düşünce Dergisi'nin Sinema sayısında...

 



Yasal Uyarı: Yayınlanan yazı ve haberin tüm hakları Düşünce Dergisi'ne aittir. Özel izin alınmadan yazı ve haber hiçbir şekilde kullanılamaz. Ancak yazı ve haberin bir kısmı aktif link verilerek alıntılanabilir.

  • Paylaş

Sinema, ister sanat olsun ister mekanik bir üretim; reklamlardan seyircilere, toplumdan bireye, teknolojiden sanata, gündelik hayatın hemen her alanını kapsayan kültür endüstrisinin önemli bir aracıdır.

Sesin eklenmesi sessizliğin de kendi başına dramatik bir öge olarak ele alınabilmesini sağlamıştır… Konuşmaların ve doğal seslerin kullanımı sayesinde, sinema gerçeğe daha çok yaklaşmıştır. Çünkü bu ögeler günlük yaşayışımızın ayrılmaz birer parçasıdır.

Cinsiyet kimliklerinin, bireysel beden türlerinin fiziki gerçeklik düzeyinde eşitlenmesi, insanlık tarihinin gelişimine başlangıcından itibaren temel teşkil eden heteroseksüelliğin ve ailenin belirleyicilik rolünün göreceleşmesine ve giderek anlamını yitirmesine yol açmıştır.

Sinema belge film ile başlamış, belge filmler kurgu sayesinde sinema dili ve estetik ile harmanlanarak belgesel filmi oluşturmuştur. Belgesel film gerçeği sanatın estetiği ile anlatarak birçok açıdan gerçeğin etkisini de arttırmaktadır. İzleyici belgesel sinemacının anlattığı gerçeği etkilenerek izlemektedir.

nazif tunç ile röportaj

“anadolu’nun ıssızlaşan, bozkıra dönen güzel medeniyetini, kültürünü, sinemayla yeşertecek insanlara ihtiyacımız var”

İnsanlık sinemayı keşfettikten ve sinemayı geliştirerek tüm insanların ulaşabileceği bir konuma getirdikten sonra felsefe de sinemanın sunduğu yenilikleri fark ederek sinemayı kendisine çalışma alanı olarak belirlemiştir. Modern sinema, felsefi yönden birçok düşünür tarafından farklı biçimlerde yorumlanmıştır.


En Çok Okunanlar