17 Mart 2023

  • Paylaş
konda araştırma genel müdürü bekir ağırdır ile toplumsal değişmeler ve din üzerine

Doğası ve tanımı gereği toplumun dinle ilişkisini, tek bir boyutu ile ya da tek bir kavram ile açıklamaya çalışmak, meseleyi yanlış anlamaya götürür… Karşımızda çok unsurlu, katmanlı ve aktörlü bir yapı var. Artık din meselesi de sadece inanç meselesi olmanın ötesinde bir şey. Dini etkileyen dinamikler olarak sadece gönlümüz ve inancımız yok.

Modern toplumların dinle ilişkisini konuşurken bizim toplumumuzda neler olduğunu, gündelik hayattaki değişimleri, değerler sistemimizde ve zihniyet yapılarımızda nelerin dönüştüğünü, insanların hayatlarında dinin yerini de konuşmamız gerekiyor. Bu anlamda düzenli olarak yaptıkları saha araştırmalarıyla toplumun nabzını tutan ve bunu titizlikle yapan kamuoyu araştırmacılarının verilerine her zamankinden daha çok ihtiyacımız var. Bu veriler din ve toplum ilişkisini sadece entelektüel bir mesele olarak değil, gündelik hayatın içinde ve göç, metropolleşme gibi makro toplumsal dönüşümlerle ilişkili bir mesele olarak kavramamızı kolaylaştırmaktadır. Biz de bu amaçla toplumsal değişmeler ve din meselesini KONDA Araştırma’nın genel müdürü Bekir Ağırdır’la konuştuk.

Daha genel bir soru ile başlamak istiyoruz. KONDA olarak yaklaşık 30 yıla yayılan bir süreçte yapmış olduğunuz 1 milyondan fazla kişiyle yüz yüze görüşmenin sonucunda bildiğimizi sandığımız Türkiye ile gerçek Türkiye aynı mı?

Elbette aynı değil. “Türkiye olumlu anlamda değişiyor, örneğin demokratikleşiyor” desek de “Türkiye yobazlaşıyor” desek de “Türkiye ne demokratikleşiyor ne de yobazlaşıyor, Alev Alatlı hanımefendiye atıfla “paçozlaşıyor” desek de her bir tanım için ellişer tane örnek sıralayabiliriz. Öncelikle bu karmaşıklığı incelememiz lazım.

Teori, araştırmayı kurgularken önce hipotezini kuracaksın diyor. Halbuki bugünün dünyası ve karşı karşıya kaldığımız hayat karmaşıklık ve belirsizlik esaslı. Dolayısıyla hipotezden başlamak bile kendi başına sorunlu olabilir. O yüzden bir adım geri gelip değişimi izlemek gerektiğini düşünüyorum. Hipotez, belki değişimi izlemek olabilir ama değişimin ne yönde olduğunu anlamak için de meseleye berrak bir zihinle bakmak gerekir. Aksi takdirde kurduğumuz bir hipotez üzerinden meselelere bakınca odaklanma sorunu ortaya çıkıyor. Karşımızda çok unsurlu, katmanlı ve aktörlü bir yapı var. Artık din meselesi de sadece inanç meselesi olmanın ötesinde bir şey. Dini etkileyen dinamikler olarak sadece gönlümüz ve inancımız yok.

Tek bir tanım içinde bakmamız mümkün değil. Halbuki bizim aydınlarımız ve siyaset insanlarımızın “Türkiye toplumu” diye kafalarında tanımladıkları “bir şey” var. Bu “bir şey” doğru da olabilir. Ama Türkiye son 40, 20 hatta 10 yılda bile sosyolojik, ekonomik ve siyasal olarak çok değişti ve değişmeye de devam ediyor. Bir kere bu kısmı ıskalıyoruz. Daha da önemlisi ıskaladığımız iki boyutu var meselenin. Birincisi şu; kamera ve mikrofon eskiden sadece devletin, güçlü olanın ve sermayenin
elindeydi. Örneğin, Millî Eğitim Bakanlığı tedrisatla ilgili olarak yurttaşları, öğrencileri, gençleri neyi doğru olarak öğrensin istiyorsa onu anlatıyordu. Bir şirket kendini nasıl göstermek istiyorsa kamera ve mikrofona onu anlatıyordu. Fakat bugün Türkiye’de yaklaşık olarak nüfusun %85-90’ı internet kullanıyor ve bu nüfusun %80’i bir şekilde sosyal medyaya dahil katılmış durumda ve kamera ve mikrofon herkesin elinde. Sen markana ya da fikrine dair bir şey anlatıyorsun ama karşındaki insanlar da sana dair başka bir şey anlatıyor. Bu bilginin, haberin, deneyimin anonimleşmesini üretiyor. Bu anonimleşmenin ürettiği sonuçları ıskalıyoruz.

Röportajın devamı Düşünce Dergisi'nin "Din" sayısında...



Yasal Uyarı: Yayınlanan yazı ve haberin tüm hakları Düşünce Dergisi'ne aittir. Özel izin alınmadan yazı ve haber hiçbir şekilde kullanılamaz. Ancak yazı ve haberin bir kısmı aktif link verilerek alıntılanabilir.

  • Paylaş

Aslında pozitivizmin sunduğu türden kesin bir ilerlemecilik fikri bir yanlışlık olarak ortada dursa da bu durum insan hayatında ya da dünya tarihinde hiçbir şekilde bir ilerlemenin olmadığı anlamına gelmez. Pozitivist ilerleme, bir genelleme sonucunda ilerlemenin kesin şekilde iyi olduğuna hükmetmiş bir yaklaşımdır ve yanılgısı da bu hükmünden kaynaklanmaktadır.

Son tahlilde 2023 Eğitim Vizyonu Belgesi, insan ve eğitim fenomenine yaklaşımda resmi ağızdan akıl-kalp kutupsal sinerjisi vurgusuyla bir ilke imza atmış ve fakat tinsel meşruiyet açısından aynı önemli opsiyonu, gönlü düşüncenin stepnesi kılan ayrıntılı öneri ve düzenlemelerdeki vurgularla bloke etme yoluna girmiştir.

Bu kitap, İslam tarihinde Müslümanlar arasında var olan fikir ve inanç birliğini inkâr etmiyor. Aksine bu meseleyi “İslam dünyası” fikrinden ve bu fikrin üretildiği bağlamdan ayırıyor. “İslam dünyası” fikrinin iddia ettiği siyasi kader birliği fikrinin on dokuzuncu yüzyılda belirdiğini ifade ediyor.

Medeniyet tecrübemizi ve tefekkür tarihimizi, medeniyetimizin kendi gökyüzü altında inceleyen Fazlıoğlu, “ışk-amel-hâl”in “akılnazar-kâl”e tercih edildiğini söyler. Böylece tasavvuf ve halk terbiyesi önceliği ilm’e değil ışk’a vermiştir.

Yunan Anayasası’nın laik olmadığını hatırlatmak gerekir. Bu durumda Yunan Devleti Kiliseye ve Ortodoks din adamlarına herhangi bir siyasi müdahalede bulunamazken, Türklere ait dini kurumları hegemonyası altına alması elbette ki bir çelişki ihtiva eder. Bu durumu acaba din özgürlüğünde çağ atlayan Yunanistan’ın kendi halkından önce Azınlığa laikliği getirme lütfu olarak mı anlamalıyız?

Arnavutluk'ta diktatör Enver Hoxha'nın partisinin attığı ilk adım, din adamlarına karşı mücadele olmuştur. Parti, din adamlarının dini vaazlardan ve çeşitli dini törenlere ve bayramlara katılmaktan vazgeçmesini talep etmiştir. İtaatsizlik durumunda, din adamları ve yandaşları propaganda yaptıkları gerekçesiyle cezalandırılacaktı ve devlete ihanet etmiş sayılacaklardı.


En Çok Okunanlar