17 Mart 2023

  • Paylaş
tıp ve fıkhın kesişim noktasında çağdaş bir alan olarak biyofıkıh

Halkın, yetkili kişi ve kurumlardan fetva talep etmesi günümüz insanının hayatında dinin hala merkezi bir rol oynadığını göstermektedir. Dolayısıyla bugün karşılaştığımız sorun, dini kaygıların yok olmasından ziyade, ilim adamlarının halkın gerçek, pratik ve çoğu zaman acil soru(n)larına doyurucu çözümler sunamaması gibi görünmektedir.

Bu makale, biyoloji ve fıkhın bir kesişim kümesi olarak biyofıkıh alanının, seküler biyoetik ve biyohukuk sistemlerinin karşısına konumlanabilecek alternatif bir alan olduğunu iddia ediyor ve bu alanı tanıtmayı hedefliyor. Batı’da biyoetiğin felsefeyi adeta yeniden canlandırmasına dair iddialarda olduğu gibi1 insana ilişkin hakiki ve müşahhas sorunları tartışmaya açmanın sadece pratik boyutlarıyla değil teorik yönleriyle de hem fıkıh hem de akaid alanlarını ihya edeceğini de söyleyebiliriz. Bunu söylerken Müslümanların erken dönemlerden itibaren ehemmiyet verip geliştirdikleri bu alanların bugün âtıl kaldığını ifade etmek istemiyoruz. Aksine fıkıh, akaid ve tasavvuf şeklinde hülasa edilebilecek İslami ilimlerin üç sac ayağı, yaklaşık on iki asır boyunca, Müslümanların maddi ve manevi hayatlarını güçlü bir şekilde yönlendirmiştir. Bugüne geldiğimizde ise cevaplarını eskisi kadar kolay alamadığımız, henüz aklımıza gelmeden başımıza gelen pek çok vaka ile karşı karşıya kalmamız sebebiyle, tüm dünyada olduğu gibi İslam dünyasında da bazı konularda tevakkuf durumu mevcuttur. Bu tevakkuf/duraklama, teenni noktasında faydalı olsa da, fazla uzaması halinde vakf/durma ile sonlanma tehlikesini de barındırmaktadır. Bu bağlamda günümüz İslam toplumunun ne kabul ne de reddedebildiği bir kavram karmaşası ve fikir seli altında kaldığını düşünen Abdurrahman Taha’nın veciz bir şekilde ifade ettiği üzere “İslam toplumu kendi düşüncelerini icat etme veya başkalarının düşüncelerini sanki başından beri kendininmiş gibi yeniden icat etme yolunu buluncaya kadar, zihinlere musallat olan bu kafa karışıklığından kurtulacağına dair bir ümit yoktur.”2 Öyleyse biyoetik gibi oldukça komplike olan bu alanda da, teorik ve pratik boyutlarıyla İslam geleneğinin içinden çözüm üretilmedikçe ilerleme kat etmek zordur.

Bugün, kürtaj olmayı düşünen bir hanımın veya bir tedaviyi alma ya da reddetme konusunda kararsız kalan bir kimsenin, meselenin fetvasını fakihe sorarak dini boyutunu öğrenmek istemesi gayet doğaldır, ki geçmişte İslam dünyasında hep böyle olmuştur. Özellikle de “avamın mezhebi müftünün fetvasıdır” fehvasınca bu tür karmaşık meselelerin cevaplarının fakihlerden beklenmesi olağandır. Olağan olmayan ise, fıkıhta “vâkıat/nevâzil” şeklinde ifade edilen, sonradan meydana gelen ama bugün hem de ansızın ve art arda gelen olaylara hazırlıksız yakalanan fakihin gerek yöntem gerekse bilgi açısından yetersiz kalmasıdır. Zira tarih boyunca fukaha insanların gündelik ve pratik sorunlarına etkili cevaplar üretmiştir. Bugün ise multidisipliner bir mahiyete sahip olması sebebiyle fakihin standart bilgisini aşan biyoetik meselelere çözüm üretmesi için fakihin zihninde biyoloji, tıp, modern hukuk, etik -hatta bazen psikoloji, ekonomi, siyaset- gibi pek çok alanın harmanlanması ve sistematik bir çıktı vermesi gerekmektedir.

 

Yazının devamı Düşünce Dergisi'nin "Din" sayısında...



Yasal Uyarı: Yayınlanan yazı ve haberin tüm hakları Düşünce Dergisi'ne aittir. Özel izin alınmadan yazı ve haber hiçbir şekilde kullanılamaz. Ancak yazı ve haberin bir kısmı aktif link verilerek alıntılanabilir.

  • Paylaş

Aslında pozitivizmin sunduğu türden kesin bir ilerlemecilik fikri bir yanlışlık olarak ortada dursa da bu durum insan hayatında ya da dünya tarihinde hiçbir şekilde bir ilerlemenin olmadığı anlamına gelmez. Pozitivist ilerleme, bir genelleme sonucunda ilerlemenin kesin şekilde iyi olduğuna hükmetmiş bir yaklaşımdır ve yanılgısı da bu hükmünden kaynaklanmaktadır.

Son tahlilde 2023 Eğitim Vizyonu Belgesi, insan ve eğitim fenomenine yaklaşımda resmi ağızdan akıl-kalp kutupsal sinerjisi vurgusuyla bir ilke imza atmış ve fakat tinsel meşruiyet açısından aynı önemli opsiyonu, gönlü düşüncenin stepnesi kılan ayrıntılı öneri ve düzenlemelerdeki vurgularla bloke etme yoluna girmiştir.

Bu kitap, İslam tarihinde Müslümanlar arasında var olan fikir ve inanç birliğini inkâr etmiyor. Aksine bu meseleyi “İslam dünyası” fikrinden ve bu fikrin üretildiği bağlamdan ayırıyor. “İslam dünyası” fikrinin iddia ettiği siyasi kader birliği fikrinin on dokuzuncu yüzyılda belirdiğini ifade ediyor.

Medeniyet tecrübemizi ve tefekkür tarihimizi, medeniyetimizin kendi gökyüzü altında inceleyen Fazlıoğlu, “ışk-amel-hâl”in “akılnazar-kâl”e tercih edildiğini söyler. Böylece tasavvuf ve halk terbiyesi önceliği ilm’e değil ışk’a vermiştir.

Yunan Anayasası’nın laik olmadığını hatırlatmak gerekir. Bu durumda Yunan Devleti Kiliseye ve Ortodoks din adamlarına herhangi bir siyasi müdahalede bulunamazken, Türklere ait dini kurumları hegemonyası altına alması elbette ki bir çelişki ihtiva eder. Bu durumu acaba din özgürlüğünde çağ atlayan Yunanistan’ın kendi halkından önce Azınlığa laikliği getirme lütfu olarak mı anlamalıyız?

Arnavutluk'ta diktatör Enver Hoxha'nın partisinin attığı ilk adım, din adamlarına karşı mücadele olmuştur. Parti, din adamlarının dini vaazlardan ve çeşitli dini törenlere ve bayramlara katılmaktan vazgeçmesini talep etmiştir. İtaatsizlik durumunda, din adamları ve yandaşları propaganda yaptıkları gerekçesiyle cezalandırılacaktı ve devlete ihanet etmiş sayılacaklardı.


En Çok Okunanlar