17 Mart 2023

  • Paylaş
kitap değerlendirmesi: türkiye'de yeni din algısının doğuşu

1910 yılında yayımlanan “Medaris-i İlmiyye Nizamnamesi” ve ardından 1914 yılında yayımlanan “Islah-ı Medaris Nizamnamesi” vasıtasıyla medreselere yeni bir çehre verilmek istenmiştir. Buradaki en büyük yenilik, “akli” ilimlerin yeniden müfredata dahil edilmesidir. Hatta Batı dilleri ve resim gibi dersler de programa dahil edilmiştir.

Kitabın* henüz giriş kısmında din odaklı eski epistemeyi savunanlar olarak telakki edilen gelenekçiler ile Batı kaynaklı, fen-odaklı yeni epistemenin öncüsü olan yenilikçiler arasında 19. yüzyıldan itibaren vuku bulan bir çatışmanın olduğuna değinilmiş ve bu çatışma üzerinden yeni din algısının oluşumunun tartışılacağı belirtilmiştir. Ancak giriş kısmını aydınlatıcı ve asıl kıymetli kılan nokta, esasında Ortodoks ve Heterodoks biçimleriyle Vahdet-i Vücut öğretisine dayalı tasavvuf akımlarının henüz XII. yüzyıl gibi erken bir dönemde gerçek reformist hareketler olarak doğmuş olduğuna dikkat çekmesidir. Çünkü Türkiye coğrafyasında mevzubahis tartışmanın açıklanması hasebiyle birçok farklı dönemler telaffuz edilebilmektedir. Dahası, bu çatışma ve dönüşüm farklı saiklere de dayandırılabilmektedir. Örneğin, Türk tarihinde “Vaka-i Hayriye” olarak anılan Yeniçeri organizasyonunun zora dayalı ilgası, beraberinde Bektaşi tarikatının da etkin olduğu muhtelif bölgelerde tasfiyesini doğurmuştur. Bu tasfiye sonrasında boşalan yerler ise Nakşibendi ve Kadiri tarikatları vasıtasıyla doldurulmuştur. Eserin giriş kısmında bu husus, iki maddeyle özetlenmiş ve tartışma konusunun bu saikten yürütülmeyeceği henüz eserin en başından okura sunulmuştur.

Giriş paragrafında değinildiği üzere, eser için Türkiye coğrafyasında yeni din algısının doğuşunda çatışan iki kanat XIX. yüzyıldan itibaren meydana çıkmaya başlamıştır. Gelenekçiler-Yenilikçiler arasında meydana gelen bu çatışma, Kur’an-ı Kerim’in tercümesinden Batı merkezli düşünce akımlarının İslamileştirilmesine değin bir dizi alanda seyredilebilir kılınmaya çalışılmıştır. Bu anlamda, incelenen eserde büyük bir ehemmiyetin zuhur ettiği aşikardır. Yazarın kullanmış olduğu başlıklar vasıtasıyla bu bir dizi dönüşüm çabası ve beraberinde getirdiği çatışma, kaleme alınan inceleme yazısında özetlenmeye çalışılacaktır. Bununla birlikte, meydana gelen dönüşüm, dönemin şartlarından da bağımsız gelişmemiştir. Bu bakımdan, inceleme yazısı aynı zamanda okura bu dönemler hakkında eserin çerçevesinden ayrılmadan bilgi vermeyi de kendine amaç edinmektedir.

*Demir, R. (2019). Türkiye’de Yeni Din Algısının Doğuşu (1839-1938). Lotus Yayınevi.

Yazının devamı Düşünce Dergisi'nin "Din" sayısında...

 



Yasal Uyarı: Yayınlanan yazı ve haberin tüm hakları Düşünce Dergisi'ne aittir. Özel izin alınmadan yazı ve haber hiçbir şekilde kullanılamaz. Ancak yazı ve haberin bir kısmı aktif link verilerek alıntılanabilir.

  • Paylaş

Aslında pozitivizmin sunduğu türden kesin bir ilerlemecilik fikri bir yanlışlık olarak ortada dursa da bu durum insan hayatında ya da dünya tarihinde hiçbir şekilde bir ilerlemenin olmadığı anlamına gelmez. Pozitivist ilerleme, bir genelleme sonucunda ilerlemenin kesin şekilde iyi olduğuna hükmetmiş bir yaklaşımdır ve yanılgısı da bu hükmünden kaynaklanmaktadır.

Son tahlilde 2023 Eğitim Vizyonu Belgesi, insan ve eğitim fenomenine yaklaşımda resmi ağızdan akıl-kalp kutupsal sinerjisi vurgusuyla bir ilke imza atmış ve fakat tinsel meşruiyet açısından aynı önemli opsiyonu, gönlü düşüncenin stepnesi kılan ayrıntılı öneri ve düzenlemelerdeki vurgularla bloke etme yoluna girmiştir.

Bu kitap, İslam tarihinde Müslümanlar arasında var olan fikir ve inanç birliğini inkâr etmiyor. Aksine bu meseleyi “İslam dünyası” fikrinden ve bu fikrin üretildiği bağlamdan ayırıyor. “İslam dünyası” fikrinin iddia ettiği siyasi kader birliği fikrinin on dokuzuncu yüzyılda belirdiğini ifade ediyor.

Medeniyet tecrübemizi ve tefekkür tarihimizi, medeniyetimizin kendi gökyüzü altında inceleyen Fazlıoğlu, “ışk-amel-hâl”in “akılnazar-kâl”e tercih edildiğini söyler. Böylece tasavvuf ve halk terbiyesi önceliği ilm’e değil ışk’a vermiştir.

Yunan Anayasası’nın laik olmadığını hatırlatmak gerekir. Bu durumda Yunan Devleti Kiliseye ve Ortodoks din adamlarına herhangi bir siyasi müdahalede bulunamazken, Türklere ait dini kurumları hegemonyası altına alması elbette ki bir çelişki ihtiva eder. Bu durumu acaba din özgürlüğünde çağ atlayan Yunanistan’ın kendi halkından önce Azınlığa laikliği getirme lütfu olarak mı anlamalıyız?

Arnavutluk'ta diktatör Enver Hoxha'nın partisinin attığı ilk adım, din adamlarına karşı mücadele olmuştur. Parti, din adamlarının dini vaazlardan ve çeşitli dini törenlere ve bayramlara katılmaktan vazgeçmesini talep etmiştir. İtaatsizlik durumunda, din adamları ve yandaşları propaganda yaptıkları gerekçesiyle cezalandırılacaktı ve devlete ihanet etmiş sayılacaklardı.


En Çok Okunanlar