17 Mart 2023

  • Paylaş
kitap değerlendirmesi: karel dobbelaere ve üç düzeyde sekülerleşme çözümlemesi

Luckmann ve (genç) Berger’in “dinin, asıl ait olduğu yer olan, özel alana ötelendiği” tespitini eleştiren Dobbelaere, bu yaklaşımın kökeninde pozitivist Aydınlanma düşüncesinin kamusal ve özel alan ayrımının ve dinin de özel alana ait olduğu şeklindeki ön kabulün yattığına dikkat çekmektedir.

Karel Dobbelaere, Belçika’nın Nieuwpoort kentinde 1933 yılında doğmuş bir Katolik sosyal bilimcidir. Lisans ve lisansüstü çalışmalarını Avrupa’nın en eski üniversitelerinden birisi olan Leuven Katolik Üniversitesi’nde yapmış ve aynı üniversitede ders vermeye başlamıştır. Yine Leuven Katolik Üniversitesi’nden emekli olan Dobbelaere, Antwerp, Oxford, Nagoya (Japonya) ve Paris’te çeşitli üniversite ve enstitülerde misafir olarak görevler almıştır. Dinî ve kilise katılımı, sekülerleşme, yeni dinî hareketler gibi alanlarda çalışmalar yapan Dobbelaere’nin en önemli eseri Sekülerleşme: Üç Düzeyli Bir Çözümleme kitabıdır.

Dobbelaere’nin sekülerleşme konusundaki kuram ve kavramlarına geçmeden önce din ve özellikle din sosyolojisi hakkındaki görüş ve eleştirilerini aktarmakta fayda var. Dobbelaere din sosyolojisi alanının din ve kutsalı yahut daha da geniş ölçekte anlam sistemlerini doğrudan ve yalıtılmış bir şekilde ele almasını sağlıklı bir çözümlemenin önündeki en büyük engel olarak görmüştür. Siyaset sosyolojisinin iktidarı birçok toplumsal olgu ve süreçle ilişki ve etkileşimi bağlamında ele alması gibi din sosyolojisinin de benzer bir yaklaşımla konusunu ele alması gerektiğinin altını çizmiştir. Dobbelaere özellikle seküler, sekülerlik ve sekülerleşme kavramlarının sosyoloji dışındaki felsefe, teoloji ve diğer sosyal bilimler içinde ele alınma biçimleri ile bu kullanımlar neticesi gündelik dilde sahip olduğu çağrışımların yol açtığı dolayımlara dikkat çekmiş ve dinî davranışlar ile toplumsal yapılar arasındaki ilişki, gerilim ve çatışmalara dair sosyolojik bir kurama olan ihtiyaca vurgu yapmıştır. Bu şekilde gerçekleşecek sosyolojik bir sekülerleşme kuramınınsa, toplumsalın çok düzeyli yapısını ayniyle yansıtacağını ve zaten çeşitli kuramcıların kuramlarında da bu düzeylerin (çoğunluğunda tekil kalsa da) gözlemlenebileceğini ifade etmiştir. Örneğin Luckmann’ın “segmentasyon”; Berger ve Wilson’ın “otonomizasyon”; yine Wilson’ın “toplumsallaşma”; Weber’in “büyü bozumu”; Berger ve Luckmann’ın “hususileşme”; Bellah ve Parsons’ın “umumileşme” kavramsallaştırmaları makro seviyede çözümlemelerin ürünüdür. Martin’in “çoğulculaşma”; Berger’in “görecelileşme” ve Luckmann’ın “dünyevilik” kavramları mezo seviyede yer almaktadır. Son olarak mikro seviyede ise Bellah’ın “bireyselleşme”; Luckmann’ın “brikolaj”; Berger’in “inançsızlık” ve Martin’in “kilise dindarlığının gerilemesi” kavramları ilk akla gelen kavramsallaştırmalardır. Dobbelaere ise kendi sekülerleşme kuramında makro, mezo ve mikro seviyelerinde, bu üç seviyeyi de hesaba katan bir yaklaşıma sahiptir. Örneğin Luckmann ve (genç) Berger’in “dinin, asıl ait olduğu yer olan, özel alana ötelendiği” tespitini eleştiren Dobbelaere, bu yaklaşımın kökeninde pozitivist aydınlanma düşüncesinin kamusal ve özel alan ayrımının ve dinin de özel alana ait olduğu şeklindeki ön kabulün yattığına dikkat çekmektedir. Zira bu ön kabul üzerine yapılacak bir çözümlemede sadece bireyselliğe odaklanılacak bir araştırmada Amerika’da kilise katılımının Avrupa’dan daha fazla olduğu ve dolayısıyla Amerikalıların daha dindar olduğu gibi bir sonuç çıkabilecektir. Oysa ki Amerika’da dinin aldığı halin ve kiliselerin kendi iç dinamiklerinin organizasyonel/mezo seviyede incelemesi bambaşka sonuçların ortaya çıkmasının yolunu açacaktır.

Yazının devamı Düşünce Dergisi'nin "Din" sayısında...


 



Yasal Uyarı: Yayınlanan yazı ve haberin tüm hakları Düşünce Dergisi'ne aittir. Özel izin alınmadan yazı ve haber hiçbir şekilde kullanılamaz. Ancak yazı ve haberin bir kısmı aktif link verilerek alıntılanabilir.

  • Paylaş

Aslında pozitivizmin sunduğu türden kesin bir ilerlemecilik fikri bir yanlışlık olarak ortada dursa da bu durum insan hayatında ya da dünya tarihinde hiçbir şekilde bir ilerlemenin olmadığı anlamına gelmez. Pozitivist ilerleme, bir genelleme sonucunda ilerlemenin kesin şekilde iyi olduğuna hükmetmiş bir yaklaşımdır ve yanılgısı da bu hükmünden kaynaklanmaktadır.

Son tahlilde 2023 Eğitim Vizyonu Belgesi, insan ve eğitim fenomenine yaklaşımda resmi ağızdan akıl-kalp kutupsal sinerjisi vurgusuyla bir ilke imza atmış ve fakat tinsel meşruiyet açısından aynı önemli opsiyonu, gönlü düşüncenin stepnesi kılan ayrıntılı öneri ve düzenlemelerdeki vurgularla bloke etme yoluna girmiştir.

Bu kitap, İslam tarihinde Müslümanlar arasında var olan fikir ve inanç birliğini inkâr etmiyor. Aksine bu meseleyi “İslam dünyası” fikrinden ve bu fikrin üretildiği bağlamdan ayırıyor. “İslam dünyası” fikrinin iddia ettiği siyasi kader birliği fikrinin on dokuzuncu yüzyılda belirdiğini ifade ediyor.

Medeniyet tecrübemizi ve tefekkür tarihimizi, medeniyetimizin kendi gökyüzü altında inceleyen Fazlıoğlu, “ışk-amel-hâl”in “akılnazar-kâl”e tercih edildiğini söyler. Böylece tasavvuf ve halk terbiyesi önceliği ilm’e değil ışk’a vermiştir.

Yunan Anayasası’nın laik olmadığını hatırlatmak gerekir. Bu durumda Yunan Devleti Kiliseye ve Ortodoks din adamlarına herhangi bir siyasi müdahalede bulunamazken, Türklere ait dini kurumları hegemonyası altına alması elbette ki bir çelişki ihtiva eder. Bu durumu acaba din özgürlüğünde çağ atlayan Yunanistan’ın kendi halkından önce Azınlığa laikliği getirme lütfu olarak mı anlamalıyız?

Arnavutluk'ta diktatör Enver Hoxha'nın partisinin attığı ilk adım, din adamlarına karşı mücadele olmuştur. Parti, din adamlarının dini vaazlardan ve çeşitli dini törenlere ve bayramlara katılmaktan vazgeçmesini talep etmiştir. İtaatsizlik durumunda, din adamları ve yandaşları propaganda yaptıkları gerekçesiyle cezalandırılacaktı ve devlete ihanet etmiş sayılacaklardı.


En Çok Okunanlar