09 Ocak 2016

  • Paylaş
devletin kaybından sonra bir milletin tasfiyesi: endülüs müslümanlarının sonu
devletin kaybından sonra bir milletin tasfiyesi: endülüs müslümanlarının sonu

Moriskolaştıktan sonra görünüşte Hristiyanlığı kabul etseler de Eski Hristiyanlar onların bu yeni kimliklerine hiçbir zaman güvenmemiş ve kendileri için uygun gördükleri bir zamanda da tamamen tasfiye yoluna gitmişlerdir. Günümüzde bu dramatik süreci iyi tahlil etmediğimiz takdirde dünyanın çeşitli bölgelerinde yaşayan sadece Müslümanların değil, ezilen pek çok milletin yaşadığı dramları anlamlandırmamız mümkün değildir

Son zamanlarda modern devlet etrafında yapılan tartışmalar, kısmen devleti aşırı yüceltirken, kısmen de onu tamamen menfi bir konumda görmeye meyletmiştir. Gerçek, tarihi bir perspektiften bakıldığında, biraz daha farklı bir şekilde gözükmektedir: dünyanın dört bir tarafında, özellikle Müslümanların siyasi hakimiyeti gayrimüslimlere yitirmesinin bedelinin neredeyse istisnasız bir şekilde bir tasfiye olduğu görülmektedir. Bütün bir Balkan coğrafyası bunun bir örneği olduğu gibi, Kırım, canlı bir numûne olarak hemen yanı başımızda durmaktadır. Suriye’de yaşanan tasfiye sürecinin nereye varacağı henüz belli değildir. Bu yönden “başarılı olmuş” bir tasfiye süreci olarak Endülüs, hatırlanması gereken ibretlik bir olgudur.
Müslümanların 711 yılında Tarık b. Ziyad komutasında İspanya’ya ayak basıp kısa sürede yarımadayı fethetmeleri ile son Müslüman topluluğunun 1614’te İspanya’dan sürülüşü arasında tam 903 yıl geçmiştir. Bu neredeyse bir milenyum demektir. Bütün bu süre içerisinde Müslümanlar Endülüs olarak bildiğimiz coğrafyada çok güçlü bir devlet ve medeniyet kurmuşlar, farklı dinlerden insanların bir arada yaşadığı bir huzur ortamı sağlamışlardır. Ancak yüzyıllar içerisinde kendi aralarındaki birliği kaybetmeleriyle birlikte parçalanmışlar ve birbiriyle iktidar mücadelesine girişen küçük devletler haline gelmişlerdir. Aynı dönemde tekrar canlanan Haçlı ruhu ile Hristiyan birliğinin sağlanmasıyla da 1492 yılının ilk gününde Endülüs’teki son kale olan Gırnata’nın anahtarları Müslümanların can güvenliği için garanti veren Hristiyan krallara teslim edilmiştir. Böylece Hrisyitanların Reconquista (yeniden fetih) adını verdiği hareket Avrupa’nın batısında başarıya ulaşmış oldu. Müslümanların bu yenilgisi o sıralarda “Türk korkusuyla” yaşayan bütün Avrupa’da büyük bir coşkuyla kutlanırken, Gırnata “fatihleri” kral Ferdinand ve kraliçe İzabel Papa tarafından “Katolik Hükümdarlar” olarak kutsandılar ve Haçlıların Kudüs’ü Müslümanların elinden alma emelleri tekrar gündeme gelmeye başladı. Öyle ki Ferdinand ve İzabel’in desteğiyle 1492’de yola çıkan Kristof Kolomb uğradığı adalardan birinden “Hrisyitan monarklara” hitaben yazdığı mektupta Kudüs’ün fethi için yıllar içinde toplam 10 bin süvari ve 100 bin piyade asker sağlayabileceğine dair vaatte bulunur. (Mektup için bkz. Margarita Zamora, Reading Columbus. Berkeley: University of California Press, 1993, s. 190-198.)

Yazının devamı Düşünce Dergisi'nin Devlet sayısında...



İlgili Konular Hilal Görgün
Yasal Uyarı: Yayınlanan yazı ve haberin tüm hakları Düşünce Dergisi'ne aittir. Özel izin alınmadan yazı ve haber hiçbir şekilde kullanılamaz. Ancak yazı ve haberin bir kısmı aktif link verilerek alıntılanabilir.

  • Paylaş

günümüz türkiye sinde müslüman kadının siyasi hayata katılımı üzerine görüşler

Geçmişte Müslüman kadınlar siyasi partilerin iktidar savaşında araç olarak kullanılmış ancak seçimlerden sonra evlerine geri gönderilmişlerdi. İslamcı olsun olmasın ataerkil zihniyetin uzantısı niteliğindeki bütün siyasi partiler için bu geçerlidir.

devletin kaybından sonra bir milletin tasfiyesi endülüs müslümanlarının sonu

Moriskolaştıktan sonra görünüşte Hristiyanlığı kabul etseler de Eski Hristiyanlar onların bu yeni kimliklerine hiçbir zaman güvenmemiş ve kendileri için uygun gördükleri bir zamanda da tamamen tasfiye yoluna gitmişlerdir. Günümüzde bu dramatik süreci iyi tahlil etmediğimiz takdirde dünyanın çeşitli bölgelerinde yaşayan sadece Müslümanların değil, ezilen pek çok milletin yaşadığı dramları anlamlandırmamız mümkün değildir

muhammed abid cabiri ve mustafa akkad ın eserleri ışığında islam

Peygamber dönemi siyasi formasyonunun tam anlamıyla bir devlet şeklini alması daha sonraki dönemlerde görülebilir; ancak peygamber döneminde; yetke (sulta), bu yetkenin kaynağı ve meşruiyeti ispatlamaya yönelen ve dine daveti esas amaç edinen, bu dava-ispat ekseninde şekillenen bir siyasi yapıdan söz edilebilir.

devletin ideolojik aygıtı olarak sinema

Duygusal boyutta özdeşleşebileceği kahramanlar ile hayalleri bir araya getiren sinema, devletin ideolojisi ile toplum arasında bir arabulucu gibidir. Genellikle ise bu arabuluculuk devletin hanesine artı puan yazdıran ikna ile sonuçlanır.

rasyonel aklın türevlerine karşı geleneğin tortusu

Sözleşmeyi haklılaştırmak için türev vazifesi gören rasyonalizm, aklı kutsamak adına, bütün etik ve ahlaki değerleri irrasyonel ve modası geçmiş yaftasıyla reddetmiştir.Geleneksel ilişki biçimlerinin ve dayanışma ruhunun kaybolması ile insan muhafazasız kalırken, devlet giderek daha fazla merkezileşmeye ve totaliterleşmeye başlamıştır.

el-med netü l-f dıla

Demokrasi Farabî’ye göre her türlü hazcılığı ihtiva edebilecek ve her türlü fasid fikrin ortaya çıkmasına neden olabilecek bir yönetimdir. Demokrasi herkese her şeyi yapması için serbestiyet tanıdığı için faziletli olması mümkün değildir.


En Çok Okunanlar