03 Ağustos 2018

  • Paylaş
magnet-şehirlerden magnetsiz şehirlere: kentsel yabancılaşmadan özgürlüğe giden bir yol var mı?

Kırın iticiliği ve kentin çekiciliği meselesi, sosyoloji öğrencisi olduğumuz yıllardan bu güne her daim kent sosyolojisinin giriş tartışmalarından biri olmuştur.

Kırın iticiliği ve kentin çekiciliği meselesi, sosyoloji öğrencisi olduğumuz
yıllardan bu güne her daim kent sosyolojisinin giriş tartışmalarından
biri olmuştur. Kent iş, eğitim, sağlık ve sanata erişim imkânlarının
fazlalığı ve teknolojik artıları ile bir çekim merkezi olarak düşünülmüştür.
Kır ise tam tersine bunların eksikliği yüzünden insanları iten yani
göçe zorlayan dar imkânlarla nitelenen bir yerleşim olarak görülmüştür.
Alver de Kent İmgesi (2012, 11) başlıklı yazısında Wirth, Mumford ve
Jacobs gibi düşünürlere atıfla kentin dünyanın en uzak yerlerini kendine
çeken bir merkez olduğunu söylemekte; bir mıknatıs gibi çok uzaktaki
cisimleri harekete geçirip kendi merkezinde toplama özelliği nedeniyle
mıknatıs benzetmesine özel bir vurgu yapmaktadır. Sadece sosyologlar
değil, şehir plancıları ve mimarlar da kentlerin çekiciliği ile ilgilenmişlerdir.

 

Yazının devamı Düşünce Dergisi'nin Kent sayısında...



Yasal Uyarı: Yayınlanan yazı ve haberin tüm hakları Düşünce Dergisi'ne aittir. Özel izin alınmadan yazı ve haber hiçbir şekilde kullanılamaz. Ancak yazı ve haberin bir kısmı aktif link verilerek alıntılanabilir.

  • Paylaş

Belki de güzelliğin en büyük cazibesi, güzelliğin bizatihi ona kayıtsız ve yabancı olan ve estetik değerini sadece birbirlerine olan yakınlıklarından alan unsurların şeklini aldığı gerçeğinde yatmaktadır

“Harcıâlemleştirme; bir kişinin tekelinde olanın iki ya da daha çok kişinin kılınmasıdır.”1 Bu tanımın işaret ettiği “mübadele”, esas itibariyle Pazar’ın işlevidir. Bir mübadele alanı olan Pazar yeri, üretim ve tüketim ilişkilerini belirlerken bir yandan da bu ilişkiler üzerinden toplumsal yapıyı ve yaşam biçimini şekillendirir.

Türk edebiyatının önemli yazarlarından biri olan Refik Halid Karay 1888-1965 yılları arasında yaşamıştır. Yaşadığı dönem itibariyle Osmanlı Devleti’nin ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin geçirdiği önemli kırılma noktalarına şahit olmuştur.

Tanzimat’tan sonra Türk edebiyatında edebi bir tür olarak varlığını gösteren romanın en önemli mekânı İstanbul’dur. Türk romanında birçok kahraman acılarını, sevinçlerini, maceralarını, tutkularını İstanbul’da yaşar.

Sanatların içinde en kentlisi sinemadır. Jacques Ellul’ün ifadesi ile bu bir zorunluluktu.

İnsanlık tarihi incelendiğinde zaman ve mekândan bağımsız, siyasi, sosyal, ekonomik olanlar başta olmak üzere tüm temel parametreleri aşan eylemlerden birinin tüketim olduğu görülmektedir.


En Çok Okunanlar