Dijital emek kavramı, birtakım teknolojik gelişimlerle karakterize edilen “dijital” çağda, emeğin almış olduğu yeni bir form olarak ifade edilebilir. Burada söz konusu olan sadece emeğin gerçekleşme imkanındaki bir teknik değişim değildir. Diğer bir ifadeyle üretim bandından bilgisayar ekranına doğru olan geçişin sonuçları, emeğin daha üretken hale gelmesinden ya da emeğin birincil kaynağı olan insanın mekân değişiminden ibaret olarak düşünülemez. Bütün bunlar doğru olmakla birlikte – emeğin verimlilik artışı ve insanın çalışma mekanındaki değişiklikler bunlarla bağlantılı olarak emeğin ve emeğin çıktısı olan metanın ontolojik yapısı değişmiştir. Bu, derece farklılığı ifade eden yumuşak bir geçiş olmaktan ziyade Foucaultçu anlamda bir epistemik kırılma ya da Kuhncu anlamda bir paradigma değişimi olarak düşünülebilir. Tartışmayı sağlam bir kuramsal zemine oturtabilmek ve söz konusu değişimi doğru anlayabilmek için emek kavramı üzerine mevcut tartışmalara değinmek, bu bağlamda sırasıyla klasik ve Marksist emek-değer kuramlarına göz atmak faydalı bir başlangıç sunabilir.
Bu sayımızda bahsedildiği üzere farklı mecralarda anlamaya çalıştığımız modern dünyada din meselesi elbette bütün boyutlarıyla ele alınıp tüketilebilecek bir konu değildir. Burada değerlendirme fırsatı bulamadığımız birçok mesele olmakla birlikte konunun ana hatlarını belirginleştirmeye ve bundan sonra yapılacak çalışmalar için ufuk açıcı olmasını umduğumuz yeni sorular sormaya çalıştık.
Yaşar Hoca 24 saati dolu dolu yaşayan biriydi. Gece 11-12’de internetten canlı eğitimler verip, yatırımcılarla sohbetler yapıp, sabah 5’te internet sitesine yorumlarını ekleyip, 8’de ofiste olmak, ben hiçbir zaman alışamasam da, onun için normaldi. Ya da gece 3-4 gibi yorumlarını, yazılarını tamamlayıp sabah 7-8 gibi TV’lerde yorum yapmak. Bunların çoğunun maddi bir getirisi de yoktu.
Bağlam olarak yazarın, kitap içeriğinde önce ekonominin dengelerini anlatıp sonra ekonomik krizleri anlatması, kitabı daha da anlaşılır hale getiriyor. Böylelikle okuyucu olaylara geniş bir perspektiften bakabilme imkanı buluyor.
“Yahudilerin faizli borç ilişkilerindeki başarısı ise toplumların gelir adaletsizliğini artırdığı ve yoksulluğa sebep olduğu için birçok devlet tarafından iyi karşılanmaz fakat tüm bu etkenler, Yahudilerin finansal başarısını etkilemez.”
Ahmet Midhat Efendi, 1890’da kaleme aldığı Müşahedat romanında, önce İstanbul’un sebze halindeki esnafının tek tek nasıl kuruşlandığını tasvir eder; sonra bize büyük bir girişimci portresi çizer. Seyit Mehmet Numan, para şöyle dursun, kredi kavramını bile ete kemiğe büründürmüş ender Osmanlılardan biridir.
Piyasanın egemenliği neoliberal söyleme teslim olmuş dünyamızda neredeyse aksi düşünülemez ve geri döndürülemez bir süreç gibi görünüyor. Bu haldeyken piyasanın yeniden bir ahlâki pusulaya ihtiyacı olduğu ortada.