15 Mart 2024

  • Paylaş
prof. dr. mehmet ölmez ile röportaj
prof. dr. mehmet ölmez ile röportaj "cumhuriyet tecrübesinde türkçe ve dil çalışmalarının geçmişi ve geleceği"

Türkçe eğitim dili olarak merkezde kalmalı. Eğitim dili başka bir şey, yabancı dil öğretimi başka bir şeydir. Türkiye'de bu tam anlaşılamamış, birbirine karıştırılmıştır.

Türkiye Cumhuriyeti’nin 100. yaşını kutladığımız ve her yönüyle cumhuriyeti anlamaya çalıştığımız bu sayıda, milletimizin geçtiği her türlü tarihi dönemeçten etkilenen Türkçeyi ve geçirdiği dönüşümleri de konuşmak gerekir diye düşünerek İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Çağdaş Türk Lehçeleri ve Edebiyatları Bölümü Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Mehmet Ölmez ile bir röportaj gerçekleştirdik. Röportajımızda cumhuriyet ideolojisinin Türkçe ile ilişkisini, bu ilişkinin yapısının nelere hizmet ettiğini ve bunun için hangi araçların kullanıldığını ele almaya çalıştık. 100 yıllık süreçte Türkçe adına nelerin başarıldığını konuşurken Türkçe adına yapılması gereken ve eksik kalan noktaları zihnimizde şekillendirmeyi hedefledik.

Cumhuriyet sayımız çıkacak. Cumhuriyet özelinde dille alakalı sorular hazırladık sizin için. Öncelikle şöyle bir giriş yapmak istiyorum, cumhuriyetin yeni bir yönetim sistemi olarak dil kavramına yaklaşımı nasıldı? Cumhuriyet’in kurucuları için dil neyi ifade ediyordu? Bu bağlamda Türkçeye bakışları nasıldı?

Cumhuriyet öncesi Türkçe hakkında fazla bilgimiz ve belgemiz yok. Şöyle ki 19. yüzyılın ortalarına kadar Türkiye’de eğitim medrese üzerindendi. Medrese eğitimi vardı. Medresede Türkçe veya Osmanlıca adı altında bir ders, Türkçe veya Osmanlıca öğreten bir ders yoktu. Bu dersler, klasik İslam dünyasındaki bütün medreselerde ne varsa oydu. Bunun üstüne bir ders yoktu. Dolayısıyla ne Türkçenin sözlüğü, sözlükçülüğü, dil bilgisi, grameri ne de Arap harfleriyle Türkçenin nasıl yazılacağı söz konusu edilmemişti. Mesela “sonra” kelimesi nasıl yazılabilir? Çünkü Arapçada bir standart vardır, hiç değişmez. Ama Türkçe için bu geçerli değildir. “Su” kelimesi nasıl yazılacak? sin ile mi sad ile mi yazılacak? Bunu ilk duyduğunda Türkçe yazmaya kalkan şüpheye düşer ki bu gerçekten de böyle olmuştur. 600 yıllık süreçte başlangıçta sin ile yazılan kelimeler sonra sad ile yazılmaya başlanmış. “Su” ya da “sonra” örneklerdendir. Dolayısıyla cumhuriyetle birlikte ilk defa Türkçe eğitim-öğretim dili olarak okullara sistemli olarak girmiş. 19. yüzyılın ortasından, özellikle 1839’dan sonra eğitim sistemi değişti. Klasik medrese eğitimi dışına çıkılınca gramer de gündeme geldi. Gramer ile ilgili ilk yayınlarda anlatılanlar gerçekten Farsçanın gramer kurallarıydı. Farsçanın gramer kurallarından kastedilen şu, bunun içerisinde Arapçaya özgü kurallar da vardı. Çünkü Farsça aslında (Osmanlıca için gerekli olan) Arapçayı da bir ölçüde içerir. Bizim Osmanlıca derslerimiz Arapça ve Farsçaya ait kuralları içerir. Bu ‘müştak’lar, ‘sülasi’ler, ‘ism-i fail’, ‘ism-i meful’ bunların hepsi Arapçaya dayalıdır ama bu sözler Farsça üzerindendir. Çünkü tamlamalarımızın hepsi Farsça tamlamadır.

Röportajın devamı Düşünce Dergisi'nin Cumhuriyet sayısında...

 



Yasal Uyarı: Yayınlanan yazı ve haberin tüm hakları Düşünce Dergisi'ne aittir. Özel izin alınmadan yazı ve haber hiçbir şekilde kullanılamaz. Ancak yazı ve haberin bir kısmı aktif link verilerek alıntılanabilir.

  • Paylaş

Hukûk-ı Nâs’ın ulus ve vatan kavramları üzerinde duruyor oluşu yazıldığı ve tercüme edildiği dönem itibariyle dikkat çekicidir. Zira henüz imparatorlukların tarih sahnesinden çekilmediği bir dönemde ulus devlet, ulusun inşası ve egemenliği altındaki hükümdardan kopuşu gibi meseleleri işlemiş olması, imparatorluklardan kopan ulus devletlerin temel ilkelerini belirlerken sahip olmaları gereken prensipleri belirleme girişimleri, eserin ilgiyle takip edilmesini anlaşılır hale getirmektedir.

1942, hızını gittikçe artıran radikal bir bakış açısının Türk romanında hissedildiği bir yıldır. Çünkü köy romanı anlayışı, Anadolu idealizminin yerine geçmeye başlamıştır. Köy gerçeğini savunduklarını öne süren yazarlar, kendilerinden önceki “Anadolu” yaklaşımını “kaval”, “çoban” “söğüt” edebiyatı adıyla alaya almıştır. Yaban, Çalıkuşu gibi dönemin çok okunan romanlarını “küçük burjuva romanları” olarak görürler.

prof dr mehmet narlı ile röportaj quot roman cumhuriyet öncesi-sonrasıbugünü

Peyami Safa’nın Yalnızız’ındaki Samim, Tanpınar’ın Huzur’undaki Mümtaz, huzuru ararken hep huzursuzdurlar ve bunalırlar. 1960’lardan sonraki bazı romanlarda bunalan aydın, artık Tanzimat ve Cumhuriyet romanlarındaki aydın gibi kesin inançları olan, iddiası ve önerisi olan aydın değildir. Bu romanlardaki aydının bunaltısı, yeni bir kimliği arayan, kökleriyle bağlar kurmak isteyen Peyami Safa’nın ve Tanpınar’ın aydınlarının bunaltısından da farklıdır.

prof dr saadettin ökten ile röportaj quot şehri kuran değerler

Gerçekte her medeniyet tasavvuru değerler ve bu değerlerin hayata yansıması olarak ortaya çıkan eylemler üzerinde bir bütünlük arz eder. Buradan çıkan sonuç her medeniyet tasavvurunun çelişkisiz olması zorunluluğudur. Toplumsal kimlik yapımızdaki ikilem şehirlerimize de yansımaktadır

Cumhuriyet’in ilanı, her alanda modernleşme hamlelerinin yapıldığı bir dönemin başlangıcıdır. Böylesi dinamik dönemde alınan kararların ve benimsenen politikaların en somut sunulacağı alanlar da kentler olmuştur. Bir anlamda Cumhuriyet’in başarmak istediklerinin nirengi noktasını kentler teşkil etmiştir. İlk yıllardaki kentleşme politikaları temelde bir sistem oluşturmaya ve bu sistemin uygulanmasını sağlayacak idari ve yasal çerçevenin belirlenmesi üzerine kurulmuştur.

prof dr iskender öksüz ile röportaj quot devletin ideolojisi dönüşümü

Kurumları koruyacak olan hukuk devletidir, kanunlardır. Fakat korunacak değerlerin ancak küçük bir kısmı yazılıdır. Diğerleri insanların kalplerinde ve zihinlerindedir. Kurum değerlerini koruma görevi herkesten önce kurum yöneticilerine ve mensuplarına aittir. Sonra da bütün millete.


En Çok Okunanlar