15 Mart 2024

  • Paylaş
prof. dr. cemil koçak ile röportaj
prof. dr. cemil koçak ile röportaj "tarihçilik ve cumhuriyet tarihi’nin tartışmalı konuları"

Geçmişiyle övünmek ya da geçmişini yermek amacı, böylesi bir yaklaşım, tarihsel araştırmaların ‘ruh ikizi’ değildir! Hiç olmamıştır ve olmayacaktır da.

İtalyan tarihçi Benedetto Croce, tüm tarih anlatılarının güncel bakış açıları taşıdığını vurgular. Ülkemizde de, cumhuriyetin yüzüncü yılını kutladığımız bu günlerde, durum pek farklı değil. Popüler veya akademik, tarihi yazanlar ve okuyanlar tarihi meseleleri kaçınılmaz bir şekilde bugünün siyasi, kültürel, ve sosyal meselelerinden hareketle değerlendiriyor. İşte tam da bu noktada tarihçinin esas görevini hatırlaması ve buna sımsıkı sarılması gerekiyor. Kendi öznelliğinin farkında olarak olabildiğince objektif ve önyargısız bir tarihçiliğe dönüş geçmişi anlamlandırmakla kalmayarak bugünün şifrelerini de çözmek için önem taşıyor. Türkiye Cumhuriyeti’nin yüz yılını ele aldığımız bu özel sayıda bu hassasiyeti benimsemiş ve ortaya koyduğu eserlerle bir tarihçi titizliğiyle yüz yıllık tarihimizi okuyucuya açmış Prof. Dr. Cemil Koçak ile Türk tarihçiliği, Türk toplumunun tarih ile olan ilişkisi ve Cumhuriyet Tarihi’nin tartışmalı konuları üzerine hasbihal ettik.

 Hocam siz kitaplarınızda “geçmişin gölgesinde yaşıyoruz” diyorsunuz; peki ‘geçmişin gölgesinde yaşayan’ bu toplumun tarihle olan ilişkisini nasıl görüyorsunuz? Tarihe oldukça ilgi duyan bir toplumumuz olmasına rağmen bu ilişkinin ne kadar sağlıklı kurulduğunu düşünüyorsunuz?

Öncelikle bu konunun birkaç boyutu olduğunu yazmalıyım. İlki, günümüzün -bizim irademiz dışında- geçmişte olanlar, olmayanlar ve olamayanlar sonucunda şekillenmiş olduğunun farkında olmalıyız. Geçmişin gölgesi bu anlamda kullanılmalıdır. Bu gölgeyi anlamak günümüzü anlamak ve kavramak bakımından çok önemli. Benim bütün araştırmalarım ve kitaplarım, öncelikle geçmişte ne olduğu ya da olmadığına dair. Fakat bir tarihçi bununla yetinemez. Daha doğrusu yetinmemesi gerekir. Tarihçinin sadece ilk görevi geçmişin gölgesini araştırmak ve bulmaktır.
Bundan sonra ikinci ve daha önemli adım gelir: Geçmişin gölgesi günümüzü nasıl oluşturdu, sorusuna yanıt(lar) vermek. Tarihçiler, geçmişi günümüzü değerlendirmek açısından önemli bir ipucu olarak görmelidirler. Geçmişle bugün arasında kurulan olabildiğince nesnel neden-sonuç ilişkileri bu bakımdan çok önemlidir. Tabiî eğer gerçekten de geçmişi merak ediyorsanız. Bu son cümlenin ne anlama geldiğine biraz sonra değineceğim.

Röportajın devamı Düşünce Dergisi'nin Cumhuriyet sayısında...

 



Yasal Uyarı: Yayınlanan yazı ve haberin tüm hakları Düşünce Dergisi'ne aittir. Özel izin alınmadan yazı ve haber hiçbir şekilde kullanılamaz. Ancak yazı ve haberin bir kısmı aktif link verilerek alıntılanabilir.

  • Paylaş

Hukûk-ı Nâs’ın ulus ve vatan kavramları üzerinde duruyor oluşu yazıldığı ve tercüme edildiği dönem itibariyle dikkat çekicidir. Zira henüz imparatorlukların tarih sahnesinden çekilmediği bir dönemde ulus devlet, ulusun inşası ve egemenliği altındaki hükümdardan kopuşu gibi meseleleri işlemiş olması, imparatorluklardan kopan ulus devletlerin temel ilkelerini belirlerken sahip olmaları gereken prensipleri belirleme girişimleri, eserin ilgiyle takip edilmesini anlaşılır hale getirmektedir.

1942, hızını gittikçe artıran radikal bir bakış açısının Türk romanında hissedildiği bir yıldır. Çünkü köy romanı anlayışı, Anadolu idealizminin yerine geçmeye başlamıştır. Köy gerçeğini savunduklarını öne süren yazarlar, kendilerinden önceki “Anadolu” yaklaşımını “kaval”, “çoban” “söğüt” edebiyatı adıyla alaya almıştır. Yaban, Çalıkuşu gibi dönemin çok okunan romanlarını “küçük burjuva romanları” olarak görürler.

prof dr mehmet narlı ile röportaj quot roman cumhuriyet öncesi-sonrasıbugünü

Peyami Safa’nın Yalnızız’ındaki Samim, Tanpınar’ın Huzur’undaki Mümtaz, huzuru ararken hep huzursuzdurlar ve bunalırlar. 1960’lardan sonraki bazı romanlarda bunalan aydın, artık Tanzimat ve Cumhuriyet romanlarındaki aydın gibi kesin inançları olan, iddiası ve önerisi olan aydın değildir. Bu romanlardaki aydının bunaltısı, yeni bir kimliği arayan, kökleriyle bağlar kurmak isteyen Peyami Safa’nın ve Tanpınar’ın aydınlarının bunaltısından da farklıdır.

prof dr saadettin ökten ile röportaj quot şehri kuran değerler

Gerçekte her medeniyet tasavvuru değerler ve bu değerlerin hayata yansıması olarak ortaya çıkan eylemler üzerinde bir bütünlük arz eder. Buradan çıkan sonuç her medeniyet tasavvurunun çelişkisiz olması zorunluluğudur. Toplumsal kimlik yapımızdaki ikilem şehirlerimize de yansımaktadır

Cumhuriyet’in ilanı, her alanda modernleşme hamlelerinin yapıldığı bir dönemin başlangıcıdır. Böylesi dinamik dönemde alınan kararların ve benimsenen politikaların en somut sunulacağı alanlar da kentler olmuştur. Bir anlamda Cumhuriyet’in başarmak istediklerinin nirengi noktasını kentler teşkil etmiştir. İlk yıllardaki kentleşme politikaları temelde bir sistem oluşturmaya ve bu sistemin uygulanmasını sağlayacak idari ve yasal çerçevenin belirlenmesi üzerine kurulmuştur.

prof dr iskender öksüz ile röportaj quot devletin ideolojisi dönüşümü

Kurumları koruyacak olan hukuk devletidir, kanunlardır. Fakat korunacak değerlerin ancak küçük bir kısmı yazılıdır. Diğerleri insanların kalplerinde ve zihinlerindedir. Kurum değerlerini koruma görevi herkesten önce kurum yöneticilerine ve mensuplarına aittir. Sonra da bütün millete.


En Çok Okunanlar