18 Mart 2024

  • Paylaş
prof. dr. iskender öksüz ile röportaj
prof. dr. iskender öksüz ile röportaj "devletin ideolojisi, dönüşümü ve geleceği"

Kurumları koruyacak olan hukuk devletidir, kanunlardır. Fakat korunacak değerlerin ancak küçük bir kısmı yazılıdır. Diğerleri insanların kalplerinde ve zihinlerindedir. Kurum değerlerini koruma görevi herkesten önce kurum yöneticilerine ve mensuplarına aittir. Sonra da bütün millete.

Koca çınarımız Cumhuriyetimiz artık bir asırı devirdi. Cumhuriyet’in kurucuları hedeflerine ulaşmak için büyük bir mücadele verdi. Millî Mücadele hiç kuşku yok ki Türk milletinin tarihindeki en önemli dönüm noktalarından biridir. Cumhuriyetle birlikte, Türkiye modern bir devlet haline geldi. Bu önemli yıldönümü vesilesiyle ikinci yüzyılına girerken Cumhuriyetimizin değerlerini koruyarak, daha adil, daha müreffeh ve daha yaşanabilir bir ülke olması için her şeyden evvel başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere Cumhuriyet’i kuran iradenin fikir ve ideallerinin yeniden hatırlanması gerektiğine inanıyoruz. Bu doğrultuda cumhuriyetin yetiştirdiği en önemli bilim insanlarından ve entelektüellerden biri olan Prof. Dr. İskender Öksüz ile Cumhuriyetin kısa bir değerlendirmesini yaptık. Kendisi ile geçmişi okurken, gelecekte yapılması gerekenler de ortaya çıktı.

Kurumları devletin taşıyıcı sütunları olarak nitelendiriyor ve bu kurumların geleneklerine dayanarak hem kendilerini hem de devleti yükselttiğini belirtiyorsunuz. Ayrıca kurumsal geleneği yok etmenin hem hafızayı hem de ahlakı yok etmek anlamına geldiğini vurguluyorsunuz. Bu çerçevede Türkiye’de bir devlet krizi öngörüyor musunuz? Ayrıca kurumların bu şekilde yok edilmesini önlemek için nasıl bir mekanizma önerirsiniz?

Tam söylediğiniz gibi değerlendiriyorum. Devletin kendisi de bir kurumdur. Kurumların kurumudur diyebiliriz. Kurumlar ve devlet, milletin mutabakatla kurduğu, belirli bir amaç için görevlendirdiği
yapılardır. Bu millî mutabakat ve amaçtan ötürü hem memurlarının hem de hizmet verdikleri milletin fertlerinin saygısını kazanırlar. Belirttiğiniz gibi kurumların geleneği vardır. Mesela dış işleri, ilk Türk
devletinin ilk elçisinden beri birike birike gelen bir anane ve bilgeliğin üstünde yükselir. Ordumuzu, Mete’nin ordusuna dayandırıyoruz. Siyasî iktidarlar kurumların amaçlarına layıkıyla hizmet etmelerini sağlamakla mükelleftir. Asırlar ötesinden süzülüp gelen kurum kültürü, kurum bilgisi ve bilgeliği, memurların saygıyla öğrenip üstüne yeni bilgi ve bilgelikler ekleyecekleri birikimlerdir. Bu birikime kurum kültürü diyoruz. O gelenek memurlara neyi nasıl yapacaklarını söylemekle kalmaz, neyin yapılamayacağını da bildirir. Bu talimat ve yasakların bir kısmı yazılıdır, kanunla, yönetmelikle belirlenmiştir. Fakat daha fazlası gelenektir. İşte kurumun ve devletin hafızası bu yazılı ve yazısız esaslardır.

Kurumlara bu gözle değil de bazı adamlarımıza maaş, mevki verme vasıtası olarak bakarsak, onları hızlı bir yıkıma götürürüz. Kurum geleneğini aşağılayan bir kişi, bir hareket, liyakat sahibi olmayan kişilerin kuruma girmesi, o asırlar boyu yükselen kutsalı önce içerdeki memurlar, sonra halk gözünde yıpratır. İtibar asırlar boyu kazanılır, birkaç hatayla haftalar içinde yıkılabilir.

Kurumları koruyacak olan hukuk devletidir, kanunlardır. Fakat korunacak değerlerin ancak küçük bir kısmı yazılıdır. Diğerleri insanların kalplerinde ve zihinlerindedir. Kurum değerlerini koruma görevi herkesten önce kurum yöneticilerine ve mensuplarına aittir. Sonra da bütün millete.



Yasal Uyarı: Yayınlanan yazı ve haberin tüm hakları Düşünce Dergisi'ne aittir. Özel izin alınmadan yazı ve haber hiçbir şekilde kullanılamaz. Ancak yazı ve haberin bir kısmı aktif link verilerek alıntılanabilir.

  • Paylaş

Hukûk-ı Nâs’ın ulus ve vatan kavramları üzerinde duruyor oluşu yazıldığı ve tercüme edildiği dönem itibariyle dikkat çekicidir. Zira henüz imparatorlukların tarih sahnesinden çekilmediği bir dönemde ulus devlet, ulusun inşası ve egemenliği altındaki hükümdardan kopuşu gibi meseleleri işlemiş olması, imparatorluklardan kopan ulus devletlerin temel ilkelerini belirlerken sahip olmaları gereken prensipleri belirleme girişimleri, eserin ilgiyle takip edilmesini anlaşılır hale getirmektedir.

1942, hızını gittikçe artıran radikal bir bakış açısının Türk romanında hissedildiği bir yıldır. Çünkü köy romanı anlayışı, Anadolu idealizminin yerine geçmeye başlamıştır. Köy gerçeğini savunduklarını öne süren yazarlar, kendilerinden önceki “Anadolu” yaklaşımını “kaval”, “çoban” “söğüt” edebiyatı adıyla alaya almıştır. Yaban, Çalıkuşu gibi dönemin çok okunan romanlarını “küçük burjuva romanları” olarak görürler.

prof dr mehmet narlı ile röportaj quot roman cumhuriyet öncesi-sonrasıbugünü

Peyami Safa’nın Yalnızız’ındaki Samim, Tanpınar’ın Huzur’undaki Mümtaz, huzuru ararken hep huzursuzdurlar ve bunalırlar. 1960’lardan sonraki bazı romanlarda bunalan aydın, artık Tanzimat ve Cumhuriyet romanlarındaki aydın gibi kesin inançları olan, iddiası ve önerisi olan aydın değildir. Bu romanlardaki aydının bunaltısı, yeni bir kimliği arayan, kökleriyle bağlar kurmak isteyen Peyami Safa’nın ve Tanpınar’ın aydınlarının bunaltısından da farklıdır.

prof dr saadettin ökten ile röportaj quot şehri kuran değerler

Gerçekte her medeniyet tasavvuru değerler ve bu değerlerin hayata yansıması olarak ortaya çıkan eylemler üzerinde bir bütünlük arz eder. Buradan çıkan sonuç her medeniyet tasavvurunun çelişkisiz olması zorunluluğudur. Toplumsal kimlik yapımızdaki ikilem şehirlerimize de yansımaktadır

Cumhuriyet’in ilanı, her alanda modernleşme hamlelerinin yapıldığı bir dönemin başlangıcıdır. Böylesi dinamik dönemde alınan kararların ve benimsenen politikaların en somut sunulacağı alanlar da kentler olmuştur. Bir anlamda Cumhuriyet’in başarmak istediklerinin nirengi noktasını kentler teşkil etmiştir. İlk yıllardaki kentleşme politikaları temelde bir sistem oluşturmaya ve bu sistemin uygulanmasını sağlayacak idari ve yasal çerçevenin belirlenmesi üzerine kurulmuştur.

prof dr iskender öksüz ile röportaj quot devletin ideolojisi dönüşümü

Kurumları koruyacak olan hukuk devletidir, kanunlardır. Fakat korunacak değerlerin ancak küçük bir kısmı yazılıdır. Diğerleri insanların kalplerinde ve zihinlerindedir. Kurum değerlerini koruma görevi herkesten önce kurum yöneticilerine ve mensuplarına aittir. Sonra da bütün millete.


En Çok Okunanlar