18 Mart 2023

  • Paylaş
“mamasphere”* : yeni bir imkan ve problemler alanı

Ailedeki ilişki uzamının zayıflaması ve yoğun annelik anlayışına karşılık günümüzde dijital teknolojinin gelişimi ve iletişim alanının genişlemesi, çağdaş annelerin yalnızlıkları ve yoğun annelik ideali ile mücadelelerinde onlara yeni imkanlar sunmuştur/sunmaktadır

Annelik sadece kadınların öznelliklerine göre değil aynı zamanda içinde yer aldığı tarihsel koşullara göre değişip farklılaşabilen toplumsal bir olgudur. Anneliği anlamlandırma süreçlerini, annelik tutum ve pratiklerini ekonomik, toplumsal ve kültürel yapılardan ayrı düşünmek pek mümkün gözükmemektedir. Toplumsal bir olgu olarak anneliği anlamak ise öncelikle onu çevreleyen toplumun duygusal altyapısını (affective infrastructures) anlamayı gerektirmektedir. Zira duygusal altyapılar toplumsal yaşamdaki olasılıkları tanımlar ve uygun yol haritalarını çizer.1 Diğer bir ifadeyle duygusal altyapılar hem gündelik hayatı hem de neyin mümkün olduğuna dair kültürel tahayyülü biçimlendirir ve bu biçimleri anlamlandırmak için gerekli olan uygunluk aralığına işaret eder. Günümüzde toplumsal bir olgu olarak anneliğin dayandığı duygusal altyapıyı ise ailedeki ilişki uzamının zayıflaması yönündeki eğilim ve yoğun annelik anlayışı oluşturmaktadır. 

Çalışmalar, son 50 yılda Türkiye’de çekirdek ve dağılmış ailenin yaygınlığının artarken geniş ailenin yaygınlığının azaldığını ortaya koymaktadır. Buna göre 1980’li yılların ortalarına kadar %25 seviyesinde kalan geniş aile günümüzde %10-11 seviyesine kadar gerilemiştir. 1960-1970’li yıllarda %59-60 seviyesinde olan çekirdek aile oranı ise süreç içerisinde %69-70 seviyesine çıkarak durağanlaşmıştır. Öte yandan dağılmış aile oranı da son 50 yıl içinde artarak %19,9’a ulaşmıştır.2 TAYA 2006-2011-2016 verileri üzerinden Türkiye’de hane halkı büyüklüklerine bakıldığında ise tek kişilik hanelerin (%6,2-%9,2-%14,2) ve iki kişilik hanelerin (%18,9-%21,5-%20,1) 10 yıllık süre zarfında arttığı, üç ve üzeri kişiden oluşan hanelerin ise azaldığı görülmektedir.3 Ayrıca 2000 sonrasında Türkiye’de yaşanan kentsel dönüşüm süreciyle yerleşim pratikleri değişmiş ve kentsel hareketlilik artmıştır. Bu değişim karşısında anne-baba ve çocuğun merkezde yer aldığı bir akrabalık ilişkisi önemini korumaya devam etse de geniş akraba ve komşuluk ilişkilerinin dayanışmacı nitelikleri güç kaybetmiştir.4 Aile yapısındaki ve akraba-komşular ile ilişkilerdeki bu değişim, günümüzde annelerin sahip olduğu sosyal destek mekanizmalarının daha az olduğu anlamını taşımaktadır. Bu ise bir taraftan bugün kadınların anne olmanın içerdiği sorumlulukları yerine getirirken geçmiştekinden daha yalnız olduklarına diğer taraftan çocuk bakımı ve yetiştirmesinde annelere yol gösterebilecek geleneksel-deneyimsel bilgi paylaşımının daha az olası olduğuna işaret etmektedir. 

* Annelerin günlük emeği ve algoritmalarla oluşturulan ve sürdürülen dijital medya içeriği ağı (Julie A. Wilson ve Emiliy Chivers Yochim, 2017, s. 17)

1 Julie A. Wilson ve Emiliy Chivers Yochim, Mothering through precarity: Women’s work and digital media, Duke University Press, Durham 2017, s. 181.

2 İsmet Koç, “Türkiye’de aile yapısının değişimi sürecinde tek ebeveynli ailelerin oluşumu, belirleyicileri ve refah durumu (2006- 2016)”, Türkiye Aile Yapısı İleri İstatistik Analizi içinde (s. 36-85), T.C. Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı, Aile ve Toplum Hizmetleri Genel Müdürlüğü, Ankara 2018, s.49-77.

3 Murat Şentürk, “Sosyal Etkileşim ve Dayanışma Açısından Akrabalık ve Komşuluk İlişkileri”, Türkiye Aile Yapısı İleri İstatistik Analizi içinde (s. 268- 311), T.C. Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı, Aile ve Toplum Hizmetleri Genel Müdürlüğü, Ankara 2018, s. 277.

4 A.g.e., s. 269-297.

 

Yazının devamı Düşünce Dergisi'nin "Aile" sayısında...

 

 



Yasal Uyarı: Yayınlanan yazı ve haberin tüm hakları Düşünce Dergisi'ne aittir. Özel izin alınmadan yazı ve haber hiçbir şekilde kullanılamaz. Ancak yazı ve haberin bir kısmı aktif link verilerek alıntılanabilir.

  • Paylaş

Geleceğe dair çıkarımlar bugünden bağımsız olarak yapılamazlar. “Olmakta olan nedir?” sorusu, geleceği tahayyül etmeyi de kolaylaştırır. Bir gelecek, şimdi burada olmayan bir geleceğe, olmayan o yere dair tahayyül olan ütopyalar ve distopyalar da şimdinin tarihi olarak nitelendirilirler.

Dijitalleşme ile birlikte aileyi bir araya getiren dinsel ritüeller de sekteye uğramaktadır. Dijitalleşmenin kutsal değerler üzerinde uyguladığı baskı nedeniyle ailevi dayanışma giderek zayıflamaktadır. Bugün gençler, fiziki mekândan kopuk bir şekilde siber evrende evsiz ve sanal bir varlık olarak yaşamaktadır.

TikTok’ta ailelerin ürettiği içeriklere bakıldığında her gün binlercesi üretilen ve yayınlanan bu içeriklerle aile içi ilişkilerdeki kültürel normların olumsuz yönde dönüşeceğini söylemek mümkündür. Şöhrete erişme isteğini de içinde barındıran paylaşılan içerikler, bireylerin bu uğurda aile mahremiyetlerini hiçe saymalarına sebep olmaktadır. Bu durumun ahlaki yozlaşmayı da beraberinde getireceği şüphesizdir.

Reality şovlar o dönemde yalnızca ünlülerin hayatının kamuoyuyla buluşturulduğu, bir anlamda halkla ilişkiler işi olmaktan çıkıp tek bir ailenin boşanma sürecinin konu edildiği, “ucubelerin”, dezavantajlı insanların hayatlarını resmeder bir hale geldi. Bu anlamda 1970’li yılların dönüşüm süreci, reality şov programlarına kapı araladı.

Savaş sebebiyle göç eden aileler daha çok sorunlarla muhatap oluyorlar elbette. Bunlar aile birliğinin bozulması, yolda karşılaşılan güçlükler, ölümler, çocuk, kadın ve erkeklerin kaçırılması, resmi ve gayrı resmi geçişler, göç edilen ülkede yaşanan başlıca ekonomik, kültürel, psikososyal zorluklardır.

Siyasal aile konusu, esaslı şekilde ilk olarak İbn Haldun tarafından ele alınmış konulardan biri olarak karşımıza çıkar. Nitekim Haldun’a (Hassan, 2015, s. 207-209) göre devletin kurucu gücü asabiyete dayanır. Asabiyet ise devleti kuran insan gücünün aile bağlarına gönderme yapar. Diğer tabirle bu bir “kandaşlık” vurgusudur.


En Çok Okunanlar