18 Mart 2024

  • Paylaş
prof. dr. fethi gedikli ile röportaj
prof. dr. fethi gedikli ile röportaj "osmanlı’dan cumhuriyet’e geçiş ve hukukun dili"

Cumhuriyet, aslında bir hukuk devrimi yapıyor. Aslında Tanzimat'tan itibaren yapılanlara da belki devrim denebilir ama biz devrimi Cumhuriyet'e sakladığımız için Tanzimat Dönemi'nde yapılan hukuki değişikliklere devrim demiyoruz.

Hukuk meselesinin, devletin meşruiyetini tesis etmesi bakımından devlete tekaddüm eden bir ciheti olduğu gibi, bir yandan da muasır anlamda hukukun neşet etmesi için bir devlet gerekliliği de aşikârdır.
Hangisinin hangisine sebep, hangisinin hangisine sonuç olduğu tartışmalı olmakla birlikte, her yeni devletin bir hukuk manzumesi teklifi sunması bir zarurettir. Bu zaruret, rejim değişikliği söz konusu olduğunda bir mecburiyet hâlini alır. Zira, rejim değişikliklerinden sonra hem dahilî hem haricî muhataplar bakımından yeni bir hüviyet ihtiyacı hasıl olur. Yani bir yandan her devletin taşıması
beklenen hususiyetin tebliği, bir yandan da hem diğer devletlerle hem seleflerle tefriki tesis edecek hususların kayda alınması için bir hukuk manzumesi ortaya konması bu hüviyeti tariften ibarettir. Bu
noktada Türk Devleti’ni idare eden kadroların 1923’te tercih ettiği rejim değişikliği de uzun tartışmalara konu olmuştur. Cumhuriyet rejiminin tercihinin yüzüncü yılında bu tartışmaların bir neticeye varıp varmadığı, ancak tarihî bir derinlik içerisinde anlaşılabilecektir. Bir hususun daha vurgulanması gerekmektedir. Hukuk, dil düzeyinde (bir dil değil, dil) yapılan bir faaliyetin neticesidir. Bu bakımdan dil ve hukuk ilişkisi hem kaçınılmaz biçimde karşımızda durmaktadır hem de ele alınan Cumhuriyet dönemi itibariyle maksadı hasıl etmek bakımından oldukça elverişlidir. Bunun için işin ehline müracaat ettik ve İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Hukuk Tarihi Anabilim Dalı hocası ve başkanı Prof. Dr. Fethi Gedikli ile bir sohbet gerçekleştirdik.

Hocam şimdi derginin bu sayısı aslında Cumhuriyetin yüzüncü yılına tahsis edilmiş halde. Sizin ikazınızdan sonra metne baktım da evet biraz derinleşmişiz ama daha ziyade üzerinde durmak istediğimiz şey özellikle Cumhuriyet döneminde, Cumhuriyete geçişteki hukuk dilinin özellikleri ve Cumhuriyet döneminde meydana gelen değişimler ve “zihniyet”le kastetmeye çalıştığımız da aslında “ideoloji” hocam. Yani “Bu bir ideolojinin yansıması olarak değerlendirilebilir mi?” sorusuna cevap arıyoruz aslında. Dil ve hukuk ilişkisinden başlarsak oradan açılır diye düşünerek ilk soruyu böyle açalım izninizle.

Şimdi şöyle, tabii bu konular derin konular; işin bir uygulama tarafı var, bir de düşünce tarafı var. Ama biz belki o kadar derinliğine gitmeyerek uygulamada olanları anlamaya ve yorumlamaya çalışalım. Dil meselesi sadece Cumhuriyetle başlatılamayabilir yani bu anlamda da bu iş, Tanzimat’a kadar geri götürülebilir. Çünkü sizin sorunuzun içinde de var. Cumhuriyet, bir hukuk devrimi yapıyor. Tanzimat’tan itibaren yapılanlara da belki devrim denebilir ama biz devrimi Cumhuriyet’e sakladığımız için Tanzimat Dönemi’nde yapılan hukuki değişikliklere devrim demiyoruz. Tahmin ediyorum Tanzimat Dönemi’nde yaşayan bir Osmanlı vatandaşının gözünde herhalde o dönemde yapılanlar da bir devrimdi. Çünkü ilk defa, yumuşatarak söyleyelim, rakip olarak gördüğünüz Batı Toplumu’ndan daha geride olduğunuzu düşünerek bir şeyler almaya kalkıyorsunuz. Bir şeyler derken burada hukuku kastediyorum. Mesela, mahkeme teşkilatı alıyorsunuz. Mahkeme teşkilatıyla birlikte kanunları alıyorsunuz. İşte daha önceden çok merak etmediğiniz Roma Hukukunu merak ediyorsunuz. Dolayısıyla o dönem için bunlarda devrim olabilir ama biz, dediğim gibi, Cumhuriyette yapılan çok daha kapsamlı ve köklü ya da radikal bir değişiklik olduğu için, biz Tanzimat’ta yapılanlara reform veya ıslah demeyi tercih ediyoruz, Cumhuriyet döneminde yapılana devrim diyoruz.



Yasal Uyarı: Yayınlanan yazı ve haberin tüm hakları Düşünce Dergisi'ne aittir. Özel izin alınmadan yazı ve haber hiçbir şekilde kullanılamaz. Ancak yazı ve haberin bir kısmı aktif link verilerek alıntılanabilir.

  • Paylaş

Hukûk-ı Nâs’ın ulus ve vatan kavramları üzerinde duruyor oluşu yazıldığı ve tercüme edildiği dönem itibariyle dikkat çekicidir. Zira henüz imparatorlukların tarih sahnesinden çekilmediği bir dönemde ulus devlet, ulusun inşası ve egemenliği altındaki hükümdardan kopuşu gibi meseleleri işlemiş olması, imparatorluklardan kopan ulus devletlerin temel ilkelerini belirlerken sahip olmaları gereken prensipleri belirleme girişimleri, eserin ilgiyle takip edilmesini anlaşılır hale getirmektedir.

1942, hızını gittikçe artıran radikal bir bakış açısının Türk romanında hissedildiği bir yıldır. Çünkü köy romanı anlayışı, Anadolu idealizminin yerine geçmeye başlamıştır. Köy gerçeğini savunduklarını öne süren yazarlar, kendilerinden önceki “Anadolu” yaklaşımını “kaval”, “çoban” “söğüt” edebiyatı adıyla alaya almıştır. Yaban, Çalıkuşu gibi dönemin çok okunan romanlarını “küçük burjuva romanları” olarak görürler.

prof dr mehmet narlı ile röportaj quot roman cumhuriyet öncesi-sonrasıbugünü

Peyami Safa’nın Yalnızız’ındaki Samim, Tanpınar’ın Huzur’undaki Mümtaz, huzuru ararken hep huzursuzdurlar ve bunalırlar. 1960’lardan sonraki bazı romanlarda bunalan aydın, artık Tanzimat ve Cumhuriyet romanlarındaki aydın gibi kesin inançları olan, iddiası ve önerisi olan aydın değildir. Bu romanlardaki aydının bunaltısı, yeni bir kimliği arayan, kökleriyle bağlar kurmak isteyen Peyami Safa’nın ve Tanpınar’ın aydınlarının bunaltısından da farklıdır.

prof dr saadettin ökten ile röportaj quot şehri kuran değerler

Gerçekte her medeniyet tasavvuru değerler ve bu değerlerin hayata yansıması olarak ortaya çıkan eylemler üzerinde bir bütünlük arz eder. Buradan çıkan sonuç her medeniyet tasavvurunun çelişkisiz olması zorunluluğudur. Toplumsal kimlik yapımızdaki ikilem şehirlerimize de yansımaktadır

Cumhuriyet’in ilanı, her alanda modernleşme hamlelerinin yapıldığı bir dönemin başlangıcıdır. Böylesi dinamik dönemde alınan kararların ve benimsenen politikaların en somut sunulacağı alanlar da kentler olmuştur. Bir anlamda Cumhuriyet’in başarmak istediklerinin nirengi noktasını kentler teşkil etmiştir. İlk yıllardaki kentleşme politikaları temelde bir sistem oluşturmaya ve bu sistemin uygulanmasını sağlayacak idari ve yasal çerçevenin belirlenmesi üzerine kurulmuştur.

prof dr iskender öksüz ile röportaj quot devletin ideolojisi dönüşümü

Kurumları koruyacak olan hukuk devletidir, kanunlardır. Fakat korunacak değerlerin ancak küçük bir kısmı yazılıdır. Diğerleri insanların kalplerinde ve zihinlerindedir. Kurum değerlerini koruma görevi herkesten önce kurum yöneticilerine ve mensuplarına aittir. Sonra da bütün millete.


En Çok Okunanlar