18 Mart 2023

  • Paylaş
cinsiyet temelli yeni kavramsallaştırma denemelerine eleştirel bir bakış

Parsons, ailenin işlevlerinden birinin cinsiyet sosyalizasyonunu sağlamak ve yeni bireye cinsiyet rollerindeki farklılaşmayı benimsetmek olduğunu söyleyerek cinsiyeti, ailenin merkezine yerleştirir. Ona göre çocuklar cinsiyet rollerini aynı cinsiyetteki ebeveyni ile kendisini özdeşleştirerek öğrenmektedir.

Aile, farklı toplumlarda bireylerin farklı konumlarda dahil olduğu, tarihsel serüveni içinde değişen işlevleri olan sosyal bir kurumdur. Ailenin kurumsal yapısı, bireylerin bu yapı içindeki rol ve işlevleri zaman içinde değişse de aile, pratikte var olmaya devam etmektedir. Fakat aile ile birlikte belli sorun alanları da tartışılmaya başlanmıştır. Bu tartışma alanlarının başında ise aileyi oluşturan bireylerin cinsiyetinin yanında kimlik, rol, işlev gibi ifadelerin eklenmesiyle oluşan toplumsal terkipleri içeren konular yer almaktadır.

Parsons, ailenin işlevlerinden birinin cinsiyet sosyalizasyonunu sağlamak ve yeni bireye cinsiyet rollerindeki farklılaşmayı benimsetmek olduğunu söyleyerek cinsiyeti, ailenin merkezine yerleştirir. Ona göre çocuklar cinsiyet rollerini aynı cinsiyetteki ebeveyni ile kendisini özdeşleştirerek öğrenmektedir (Parsons, 1955).

Bu açıdan baktığımızda aile ile ilgili tartışmaları, cinsiyet boyutunu anlamadan ele almanın eksik olacağını rahatlıkla söyleyebiliriz. Cinsiyet rolleri, cinsiyet kimliği hatta cinsiyetle ilgili temel kavramlar başta olmak üzere mevcut tartışmalara aşina olmak, tartışmaların merkezinde yer alan kavramların anlam havzalarının nasıl değişip dönüştüğünü anlamak ve de sosyal hayat içinde bunların nasıl kullanıldığını öğrenmek, günümüzde ailenin geldiği nokta açısından önem arz etmektedir.

Aşağıda da bu amaca uygun olarak temel kavramlar, bu kavramların süreç içindeki serüvenleri ve yeni kavramlaştırma çabaları eleştirel bir gözle ele alınacaktır.

*Bu çalışma, Şeyma Karatepe’nin Marmara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Felsefe ve Din Bilimleri Anabilim Dalında 2013 yılında tamamlamış olduğu “Üniversite Öğrencilerinde Cinsiyetsizleşme” adlı yüksek lisans tezi temel alınarak hazırlanmıştır.

Yazının devamı Düşünce Dergisi'nin "Aile" sayısında...

 



Yasal Uyarı: Yayınlanan yazı ve haberin tüm hakları Düşünce Dergisi'ne aittir. Özel izin alınmadan yazı ve haber hiçbir şekilde kullanılamaz. Ancak yazı ve haberin bir kısmı aktif link verilerek alıntılanabilir.

  • Paylaş

Geleceğe dair çıkarımlar bugünden bağımsız olarak yapılamazlar. “Olmakta olan nedir?” sorusu, geleceği tahayyül etmeyi de kolaylaştırır. Bir gelecek, şimdi burada olmayan bir geleceğe, olmayan o yere dair tahayyül olan ütopyalar ve distopyalar da şimdinin tarihi olarak nitelendirilirler.

Dijitalleşme ile birlikte aileyi bir araya getiren dinsel ritüeller de sekteye uğramaktadır. Dijitalleşmenin kutsal değerler üzerinde uyguladığı baskı nedeniyle ailevi dayanışma giderek zayıflamaktadır. Bugün gençler, fiziki mekândan kopuk bir şekilde siber evrende evsiz ve sanal bir varlık olarak yaşamaktadır.

TikTok’ta ailelerin ürettiği içeriklere bakıldığında her gün binlercesi üretilen ve yayınlanan bu içeriklerle aile içi ilişkilerdeki kültürel normların olumsuz yönde dönüşeceğini söylemek mümkündür. Şöhrete erişme isteğini de içinde barındıran paylaşılan içerikler, bireylerin bu uğurda aile mahremiyetlerini hiçe saymalarına sebep olmaktadır. Bu durumun ahlaki yozlaşmayı da beraberinde getireceği şüphesizdir.

Reality şovlar o dönemde yalnızca ünlülerin hayatının kamuoyuyla buluşturulduğu, bir anlamda halkla ilişkiler işi olmaktan çıkıp tek bir ailenin boşanma sürecinin konu edildiği, “ucubelerin”, dezavantajlı insanların hayatlarını resmeder bir hale geldi. Bu anlamda 1970’li yılların dönüşüm süreci, reality şov programlarına kapı araladı.

Savaş sebebiyle göç eden aileler daha çok sorunlarla muhatap oluyorlar elbette. Bunlar aile birliğinin bozulması, yolda karşılaşılan güçlükler, ölümler, çocuk, kadın ve erkeklerin kaçırılması, resmi ve gayrı resmi geçişler, göç edilen ülkede yaşanan başlıca ekonomik, kültürel, psikososyal zorluklardır.

Siyasal aile konusu, esaslı şekilde ilk olarak İbn Haldun tarafından ele alınmış konulardan biri olarak karşımıza çıkar. Nitekim Haldun’a (Hassan, 2015, s. 207-209) göre devletin kurucu gücü asabiyete dayanır. Asabiyet ise devleti kuran insan gücünün aile bağlarına gönderme yapar. Diğer tabirle bu bir “kandaşlık” vurgusudur.


En Çok Okunanlar