15 Mart 2024

  • Paylaş
prof. dr. mahmut bilen ile röportaj
prof. dr. mahmut bilen ile röportaj "osmanlıdan günümüze cumhuriyet’in ekonomisi"

Osmanlının geleneksel yerli üretimi yıllar içinde batının endüstriyel üretimi ile rekabet olanağını hızla kaybetti, geleneksel tezgahlar önemli ölçüde varlıklarını sürdürmekte zorlanır hale geldiler. Geleneksel esnaf yerine başta İstanbul, İzmir gibi büyük kentlerde, batının yeni endüstriyel ürünlerini büyük ölçüde gayrimüslim tebaa esnaflarının aracılığı ile pazarlanacağı bir ekonomik yapı yerleşmeye başladı.

Cumhuriyet’in ilanından bugüne, Türkiye ekonomisi bir dizi inişli çıkışlı dönemden geçti ve zaman içinde farklı ekonomik politikalar benimsendi. Hem korumacı hem de dışa açık politikaların izlendiği bu süreç, ülkenin ekonomik gelişimini etkileyen önemli faktörler arasında yer aldı. Cumhuriyet’in 100 yıllık ekonomik seyrini değerlendirmek amacıyla, ekonomiye dair sorularımızı Prof. Dr. Mahmut Bilen’e yönelttik.

Türkiye’nin ekonomik yapısı Cumhuriyet’in ilanından önce nasıldı? Kısaca bahsedebilir misiniz?

Türkiye’nin Cumhuriyet’in ilanından önce ekonomisi denildiğinde doğal olarak, Osmanlı ekonomisinin mahiyetinin nasıl olduğunun sorulduğunu düşünüyorum. Osmanlı ekonomisi tam bir tarım ekonomisi idi denilse yeridir. Bununla kastedilmek istenen husus, 19. yüzyılda Avrupa’da önemli ölçüde endüstriyel üretim ve ekonomide sağlanan refah artışına rağmen Osmanlının bu gelişmenin dışında kaldığıdır.. Kırsal alanda yüzyıllardır devam ettirilen verimlilik düzeyi düşük olan geleneksel tarımsal üretim yöntemi, kentsel alanda ise küçük esnaflığa dayanan imalat yapısı sadece o yerleşim alanına yönelik bir üretim yapısına sahipti. Bırakın ihracatı ülke içindeki başka yerleşimlerin pazarına yönelik üretim düzeyi bile oldukça sınırlı idi. Öyle olduğu için hemen yanı başında fabrika/endüstriyel üretim yöntemlerine geçmiş İngiltere, Fransa başta olmak üzere batılı ülkeler, sadece ülke geneline değil, küresel pazarlara yönelik üretim yapacak şekilde merkantilist bir yaklaşımla ihracata dayalı ekonomik büyüme politikalarını uygulamaktaydılar. Batı’nın üretmiş olduğu ürünlerin hem kalite hem de fiyat olarak daha cazip olan niteliği ile Osmanlının geleneksel üretim yönetmeleri ile imal edilen konfeksiyon başta olmak üzere bütün imalat ürünleri batının markaları ile rekabet edecek nitelikten uzaktı. Osmanlı ekonomisinin önemli bir handikabı haline dönüşen kapitülasyonların alanı 19. yüzyılda daha da genişlemiştir.1838 yılında başta İngiltere olmak üzere batılı devletlere sağlanan serbest ticaret ayrıcalığı ile Osmanlı hızla gelişmiş ülkelerin pazarı haline dönüştü. Osmanlının geleneksel yerli üretimi yıllar içinde batının endüstriyel üretimi ile rekabet olanağını hızla kaybetti, geleneksel tezgahlar önemli ölçüde varlıklarını sürdürmekte zorlanır hale geldiler. Geleneksel esnaf yerine başta İstanbul, İzmir gibi büyük kentlerde, batının yeni endüstriyel ürünlerini büyük ölçüde gayrimüslim tebaa esnaflarının aracılığı ile pazarlanacağı bir ekonomik yapı yerleşmeye başladı.

Röportajın devamı Düşünce Dergisi'nin Cumhuriyet sayısında...

 



Yasal Uyarı: Yayınlanan yazı ve haberin tüm hakları Düşünce Dergisi'ne aittir. Özel izin alınmadan yazı ve haber hiçbir şekilde kullanılamaz. Ancak yazı ve haberin bir kısmı aktif link verilerek alıntılanabilir.

  • Paylaş

Hukûk-ı Nâs’ın ulus ve vatan kavramları üzerinde duruyor oluşu yazıldığı ve tercüme edildiği dönem itibariyle dikkat çekicidir. Zira henüz imparatorlukların tarih sahnesinden çekilmediği bir dönemde ulus devlet, ulusun inşası ve egemenliği altındaki hükümdardan kopuşu gibi meseleleri işlemiş olması, imparatorluklardan kopan ulus devletlerin temel ilkelerini belirlerken sahip olmaları gereken prensipleri belirleme girişimleri, eserin ilgiyle takip edilmesini anlaşılır hale getirmektedir.

1942, hızını gittikçe artıran radikal bir bakış açısının Türk romanında hissedildiği bir yıldır. Çünkü köy romanı anlayışı, Anadolu idealizminin yerine geçmeye başlamıştır. Köy gerçeğini savunduklarını öne süren yazarlar, kendilerinden önceki “Anadolu” yaklaşımını “kaval”, “çoban” “söğüt” edebiyatı adıyla alaya almıştır. Yaban, Çalıkuşu gibi dönemin çok okunan romanlarını “küçük burjuva romanları” olarak görürler.

prof dr mehmet narlı ile röportaj quot roman cumhuriyet öncesi-sonrasıbugünü

Peyami Safa’nın Yalnızız’ındaki Samim, Tanpınar’ın Huzur’undaki Mümtaz, huzuru ararken hep huzursuzdurlar ve bunalırlar. 1960’lardan sonraki bazı romanlarda bunalan aydın, artık Tanzimat ve Cumhuriyet romanlarındaki aydın gibi kesin inançları olan, iddiası ve önerisi olan aydın değildir. Bu romanlardaki aydının bunaltısı, yeni bir kimliği arayan, kökleriyle bağlar kurmak isteyen Peyami Safa’nın ve Tanpınar’ın aydınlarının bunaltısından da farklıdır.

prof dr saadettin ökten ile röportaj quot şehri kuran değerler

Gerçekte her medeniyet tasavvuru değerler ve bu değerlerin hayata yansıması olarak ortaya çıkan eylemler üzerinde bir bütünlük arz eder. Buradan çıkan sonuç her medeniyet tasavvurunun çelişkisiz olması zorunluluğudur. Toplumsal kimlik yapımızdaki ikilem şehirlerimize de yansımaktadır

Cumhuriyet’in ilanı, her alanda modernleşme hamlelerinin yapıldığı bir dönemin başlangıcıdır. Böylesi dinamik dönemde alınan kararların ve benimsenen politikaların en somut sunulacağı alanlar da kentler olmuştur. Bir anlamda Cumhuriyet’in başarmak istediklerinin nirengi noktasını kentler teşkil etmiştir. İlk yıllardaki kentleşme politikaları temelde bir sistem oluşturmaya ve bu sistemin uygulanmasını sağlayacak idari ve yasal çerçevenin belirlenmesi üzerine kurulmuştur.

prof dr iskender öksüz ile röportaj quot devletin ideolojisi dönüşümü

Kurumları koruyacak olan hukuk devletidir, kanunlardır. Fakat korunacak değerlerin ancak küçük bir kısmı yazılıdır. Diğerleri insanların kalplerinde ve zihinlerindedir. Kurum değerlerini koruma görevi herkesten önce kurum yöneticilerine ve mensuplarına aittir. Sonra da bütün millete.


En Çok Okunanlar