18 Mart 2023

  • Paylaş
19. yüzyılın divan şairesinin ailesine dair söyledikleri üzerine notlar

Geleneksel kültür kodlarındaki kırılmalar, siyasi istikrarsızlıkların ve çöküş psikolojisinin insanları içe döndürüşü, bohem düşünceler, alafranga hayatın moda-hastalık halinde mürebbiyelerle evlere girişi ve hanımın evinden çıkışı, divan şiirinde karşılığını bulur.

Divan edebiyatı, XIII-XIX. yüzyıllar arasında uzun bir dönem Anadolu sahasında varlığını sürdürmüştür. Bu edebiyatın temsilcileri şiirlerini topladıkları divan adını verdiğimiz defterler olmak üzere edebiyat, tarih, din, ahlak, tasavvuf, tıp, astronomi, coğrafya ve güzel sanatlar alanlarında pek çok eser vücuda getirmişlerdir. Divan edebiyatı gelenekli bir edebiyat olup şiirlerin formlarını oluşturan nazım biçimleri, geleneğin getirdiği kurallara bağlıdır. Gazel, kaside, mesnevi, kıta, rubai, müstezat gibi isimlerle anılan bu nazım biçimlerinde insanın duygu dünyası, hayal alemi, doğumdan ölüme kadar yaşadığı hadiseler, yani soyut ve somut âlem bütün varlığıyla yer alır. Konu çeşitliliği bu kadar zenginlik arz ederken bizzat şairin kendisi belli sıfatlarla sevgilinin karşısında durur. Bu sıfatları da yine gelenek ona biçer. Sevgilinin ilgisine her daim muhtaç olan şairin nazarında sevgili güneş, kendisi zerredir; sevgili sultan, kendisi aciz bir köledir; sevgili eşsiz güzellikte bir gül, kendisi onun açılmasını bekleyen şeyda bir bülbüldür. Etrafındaki olan biten olaylara karşı son derece gözlemci bir ruhla hareket eden şair, kendisi ve yakın çevresini yine belli bilgiler çerçevesinde şiirine dahil eder. 19. yy’a gelinceye kadar biz şairin ailesi, kimle evli olduğu, çocukları, evi barkı, kardeşleri, yaşadığı semti, yakın çevresi, mesleği hakkında sınırlı bilgilere ulaşırız. 

16. yüzyılın velut kalemlerinden Gelibolulu Âlî, toplam yetmiş civarında manzum ve mensur esere imza atmış olmasına rağmen kendi şahsı hakkındaki bilgiler -nereli olduğu, baba mesleği, kendi mesleği, eşi, vs.- dönemin biyografi kaynaklarından öğrenilir. Yine 16. yüzyılın şairlerinden Nidâî, Genc-i Esrâr-ı Ma‘nî isimli eserinde beş kardeşin en küçüğü olup adının Şaban olduğunu, ailesinin Kudüs tarafından Ankara’ya gelip yerleştiğini ve kitabını 35 yaşında tamamladığını söyler (Öztürk, 2011: 34-35).

Kanuni döneminde (1520-1566) Kırım Hanı Sahip Giray Han’a da hocalık yapan ve bu vesileyle Kırım’da da bulunan şair Nusret-Gazâ-yı Sahip Giray Han ve Hikâyet-i Bogdan başlıklı mesnevisinde de Sahip Giray Han’dan, Kırım’ın güzelliklerinden, Boğdan ile savaşından ayrıntılı olarak bahsederken kendisine dair bilgileri kırıntı halinde verir (Şen, 2013: 145-169).

Yazının devamı Düşünce Dergisi'nin "Aile" sayısında...

 



Yasal Uyarı: Yayınlanan yazı ve haberin tüm hakları Düşünce Dergisi'ne aittir. Özel izin alınmadan yazı ve haber hiçbir şekilde kullanılamaz. Ancak yazı ve haberin bir kısmı aktif link verilerek alıntılanabilir.

  • Paylaş

Geleceğe dair çıkarımlar bugünden bağımsız olarak yapılamazlar. “Olmakta olan nedir?” sorusu, geleceği tahayyül etmeyi de kolaylaştırır. Bir gelecek, şimdi burada olmayan bir geleceğe, olmayan o yere dair tahayyül olan ütopyalar ve distopyalar da şimdinin tarihi olarak nitelendirilirler.

Dijitalleşme ile birlikte aileyi bir araya getiren dinsel ritüeller de sekteye uğramaktadır. Dijitalleşmenin kutsal değerler üzerinde uyguladığı baskı nedeniyle ailevi dayanışma giderek zayıflamaktadır. Bugün gençler, fiziki mekândan kopuk bir şekilde siber evrende evsiz ve sanal bir varlık olarak yaşamaktadır.

TikTok’ta ailelerin ürettiği içeriklere bakıldığında her gün binlercesi üretilen ve yayınlanan bu içeriklerle aile içi ilişkilerdeki kültürel normların olumsuz yönde dönüşeceğini söylemek mümkündür. Şöhrete erişme isteğini de içinde barındıran paylaşılan içerikler, bireylerin bu uğurda aile mahremiyetlerini hiçe saymalarına sebep olmaktadır. Bu durumun ahlaki yozlaşmayı da beraberinde getireceği şüphesizdir.

Reality şovlar o dönemde yalnızca ünlülerin hayatının kamuoyuyla buluşturulduğu, bir anlamda halkla ilişkiler işi olmaktan çıkıp tek bir ailenin boşanma sürecinin konu edildiği, “ucubelerin”, dezavantajlı insanların hayatlarını resmeder bir hale geldi. Bu anlamda 1970’li yılların dönüşüm süreci, reality şov programlarına kapı araladı.

Savaş sebebiyle göç eden aileler daha çok sorunlarla muhatap oluyorlar elbette. Bunlar aile birliğinin bozulması, yolda karşılaşılan güçlükler, ölümler, çocuk, kadın ve erkeklerin kaçırılması, resmi ve gayrı resmi geçişler, göç edilen ülkede yaşanan başlıca ekonomik, kültürel, psikososyal zorluklardır.

Siyasal aile konusu, esaslı şekilde ilk olarak İbn Haldun tarafından ele alınmış konulardan biri olarak karşımıza çıkar. Nitekim Haldun’a (Hassan, 2015, s. 207-209) göre devletin kurucu gücü asabiyete dayanır. Asabiyet ise devleti kuran insan gücünün aile bağlarına gönderme yapar. Diğer tabirle bu bir “kandaşlık” vurgusudur.


En Çok Okunanlar