Düşünce Dergisi, hür tefekkürün bozkırıdır demiştik. Entelektüeli, onu açmaza alan parayı, o parayı basan devleti, bütün bunları kuşatan ahlâkı ve ahlâkın yapılaşıp yapılandırdığı dili tartıştığımız sayılardan sonra bozkırı asıl sahiplerine yani göçerlere, göçebelere, göçmenlere açtık.
Bugün bir heyula gibi gösterilen göç olgusu, tarihin en değişmez akıntılarından bir tanesidir, tıpkı zaman gibi. Bu coğrafyayı yoğuran, şekillendiren demografi de dalga dalga göçlerle oluşmuş ve oluşmaktadır. Göçere, göçebeye ve göçmene adam akıllı bakan sosyalbilimci ve felsefeciler de yok değildir hani. Georg Simmel’in daima kalkıp gidecekmiş gibi modern hayatın içerisinde ötekimiz olarak formüle ettiği “yabancı”, Deleuze’ün önce Fark ve Tekrar’da, sonra Anlamın Mantığı’nda ama asıl olarak Bin Yayla’da resmettiği göçebe de bugünü daha iyi anlamada ışık olabilecek çözümlemelerdir.
Tüm tarihsel akışı göz önüne getirip, coğrafi katmanları sıra sıra kaldırdığımızda zaten insanların üçe ayrıldığını görebiliriz. Bugün her birimiz ya geçmişte göçmüş olanların çocuklarıyız ya bugün bizzat göçenleriz ve yahut da yarın göçecek olanların atalarıyız.
Ki bu idrak ile bakınca dünyaya ilâhî müjdeye nail olmak daha da kolay olacaktır:
“Vellezîne tebevveud dâre vel îmâne min kablihim yuhıbbûne men hâcera ileyhim ve lâ yecidûne fî sudûrihim hâceten mimmâ ûtû ve yu’sirûne alâ enfusihim ve lev kâne bihim hasâsatun, ve men yûka şuha nefsihî fe ulâike humul muflihûn” (Haşr Sûresi, 9. Âyet).1
1Onlardan (muhacirlerden) önce o yurda (Medine’ye) yerleşmiş ve imanı da gönüllerine yerleştirmiş olanlar, hicret edenleri severler. Onlara verilenlerden dolayı içlerinde bir rahatsızlık duymazlar. Kendileri son derece ihtiyaç içinde bulunsalar bile onları kendilerine tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden, hırsından korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.
Göç ve mülteciliğin akademik ve toplumsal hayatımıza bu kadar yoğun bir biçimde girmesinde şüphesiz, (Suriye savaşının başlamasıyla) İkinci Dünya Savaşı’ndan beri en büyük zorunlu göç sorunu ile karşı karşıya olmamızın önemli bir payı var.
Altıncı yılını dolduran Suriye iç savaşı ve Türkiye’nin uyguladığı açık sınır politikasının neticesi olarak resmi rakamlara göre üç milyon civarında Suriye vatandaşı bu süreç içerisinde ülkemize sığınmıştır.
Artık-değerin gaspı, feodal bağlarından özgürleşmiş emek gücüne ve paranın mahiyetinde gizlenmiş meta fetişizmine olduğu kadar emek sürecinin denetimini kaybetmemek adına emekçiyi daima baskılayacak bir yedek emek ordusuna ihtiyaç duymaktadır. İşte bu çok ihtiyaç duyulan yedek emek ordusunu besleyen en önemli demografik hareket de göç olmuştur.
Tarih boyunca yapılan göçlerin insanın varoluşunu tamamlayan bir süreç olduğundan bahsedilebilir. İnsan gruplarının, dolayısıyla kültürlerin karşılaşmasından yeni toplumsal yapılar, yeni kültürler oluşur. Her bir karşılaşma yeni bir toplumsal inşa manasına gelir.