18 Mart 2023

  • Paylaş
dr. fatma barbarosoğlu ile geçmişten geleceğe edebi metinler ve filmler eşliğinde aile

Bugün medyada giderek daha fazla karşılaştığımız “toksik ebeveyn” ifadesi, planlanmış, trajik bir kopuşu imliyor. “Toksik ebeveyn” kavramı eşliğinde çocuklar/ her yaştaki çocuklar, önce aileden sonra devletten “kurtarılıp” küresel kültürel dolaşım ağına dahil ediliyor.

Son yıllarda medyada, dizi ve filmlerde, kurgu ve kurgu dışı eserlerde bireyin yaptığı tüm davranışları çocukken ebeveynlerinin ona nasıl davrandığı sorusu üzerinden arayan, mesuliyeti bütünüyle ebeveynlerin omzuna yükleyen bir anlayışın hüküm sürdüğüne şahit oluyoruz. Hem ebeveyn-çocuk ilişkisini hem kadın erkek ilişkisini “zehirli” olarak nitelendiren, “toksik” kavramı ile izah eden bu anlayış, sosyal medyada da oldukça popüler hale geldi. O kadar ki “toxic” kelimesi Oxford sözlüğü tarafından 2018 yılının kelimesi seçildi. “İyi aile yoktur!” gibi sloganlar da bu anlayıştan hareketle popülarite kazandı. Mesuliyeti yalnızca ebeveynlerin üzerine yükleyen, evlatların ana babalarına karşı sorumluluklarını, ana-baba hakkını göz ardı eden bu yeni anlayıştan hareketle sosyolog-yazar Fatma Barbarosoğlu ile edebiyat ve dizi-filmler izleğinde hasbihal ettik.

Geleneksel anlatı, izleğini hayırlı/hayırsız evlat bahsi üzerinden kurarken modern anlatı, günümüzde toksik ebeveyn üzerinden bir kurgu inşa ediyor. Bu ayrışmanın sebebi sizce nedir hocam?

Bu sorunun cevabı çok uzun ve çok katmanlı. Sosyal değişimler akşamdan sabaha olmaz malum. Tarım toplumundan sanayi toplumuna, monarşiden cumhuriyete, geçim ekonomisinden üretim ekonomisine, üretim ekonomisinden tüketim ekonomisine  geçişin, gündelik hayatı, dolayısıyla aileyi nasıl etkilediğini tasvir etmek gerekiyor. Ki bu tasvir günlerce sürebilecek bir tasvir.

O halde biz şimdilik kuş bakışı bir tasvire niyet edelim. Tarım toplumundan sanayi toplumuna, monarşiden cumhuriyete geçerken ailede, aile fertlerinin birbirine olan mesafesinde ve mesuliyetinde meydana gelen değişmeler üzerinden gidelim. Çünkü bugün medyada giderek daha fazla karşılaştığımız “toksik ebeveyn” ifadesi, planlanmış, trajik bir kopuşu imliyor. “Toksik ebeveyn” kavramı eşliğinde çocuklar/her yaştaki çocuklar, önce aileden sonra devletten “kurtarılıp” küresel kültürel dolaşım ağına dahil ediliyor.

Bütün kitabi dinler, ebeveynleri evlatlarından, yaşlılıklarında da evlatları ebeveynlerinden mesul tutar. Hayırlı evlat anlayışının temelinde dini yükümlülükler yer alır. Oysa dijital modernleşme sürecinde ebeveynler ne yaparlarsa yapsınlar yargılanmaktan kendilerini kurtaramayacaklardır. Çoktan toprağa karışmış olsalar bile. Neden? Çünkü geçmiş, bugünün kodları ile değerlendiriliyor. 70’ini devirmiş “kanaat önderleri” bile ekranlardan “Babam bir kere bile bana seni seviyorum demedi” diyerek kendisi için sevgiden yoksun bir geçmiş inşa ediyor bugünden geriye bakarak.

Tarım toplumunda geçim ekonomisinin şartları içinde çocukluğunu ve gençliğini idrak etmiş “bu okumuş adamlar” bile kendi mazilerini “yeni küresel tanımlar ve yargılara” hapsederken çocukluğunu ve gençliğini dijital modernleşme ve tüketim ekonomisi içinde idrak etmiş çocukların ebeveynlerini suçlamaları için bütün medya düzeneği arkalarında hazır ve nazır.

Röportajın devamı Düşünce Dergisi'nin "Aile" sayısında...



Yasal Uyarı: Yayınlanan yazı ve haberin tüm hakları Düşünce Dergisi'ne aittir. Özel izin alınmadan yazı ve haber hiçbir şekilde kullanılamaz. Ancak yazı ve haberin bir kısmı aktif link verilerek alıntılanabilir.

  • Paylaş

Geleceğe dair çıkarımlar bugünden bağımsız olarak yapılamazlar. “Olmakta olan nedir?” sorusu, geleceği tahayyül etmeyi de kolaylaştırır. Bir gelecek, şimdi burada olmayan bir geleceğe, olmayan o yere dair tahayyül olan ütopyalar ve distopyalar da şimdinin tarihi olarak nitelendirilirler.

Dijitalleşme ile birlikte aileyi bir araya getiren dinsel ritüeller de sekteye uğramaktadır. Dijitalleşmenin kutsal değerler üzerinde uyguladığı baskı nedeniyle ailevi dayanışma giderek zayıflamaktadır. Bugün gençler, fiziki mekândan kopuk bir şekilde siber evrende evsiz ve sanal bir varlık olarak yaşamaktadır.

TikTok’ta ailelerin ürettiği içeriklere bakıldığında her gün binlercesi üretilen ve yayınlanan bu içeriklerle aile içi ilişkilerdeki kültürel normların olumsuz yönde dönüşeceğini söylemek mümkündür. Şöhrete erişme isteğini de içinde barındıran paylaşılan içerikler, bireylerin bu uğurda aile mahremiyetlerini hiçe saymalarına sebep olmaktadır. Bu durumun ahlaki yozlaşmayı da beraberinde getireceği şüphesizdir.

Reality şovlar o dönemde yalnızca ünlülerin hayatının kamuoyuyla buluşturulduğu, bir anlamda halkla ilişkiler işi olmaktan çıkıp tek bir ailenin boşanma sürecinin konu edildiği, “ucubelerin”, dezavantajlı insanların hayatlarını resmeder bir hale geldi. Bu anlamda 1970’li yılların dönüşüm süreci, reality şov programlarına kapı araladı.

Savaş sebebiyle göç eden aileler daha çok sorunlarla muhatap oluyorlar elbette. Bunlar aile birliğinin bozulması, yolda karşılaşılan güçlükler, ölümler, çocuk, kadın ve erkeklerin kaçırılması, resmi ve gayrı resmi geçişler, göç edilen ülkede yaşanan başlıca ekonomik, kültürel, psikososyal zorluklardır.

Siyasal aile konusu, esaslı şekilde ilk olarak İbn Haldun tarafından ele alınmış konulardan biri olarak karşımıza çıkar. Nitekim Haldun’a (Hassan, 2015, s. 207-209) göre devletin kurucu gücü asabiyete dayanır. Asabiyet ise devleti kuran insan gücünün aile bağlarına gönderme yapar. Diğer tabirle bu bir “kandaşlık” vurgusudur.


En Çok Okunanlar