18 Mart 2023

  • Paylaş
prof. dr. kemal sayar ile aile ve ailenin dönüşümü üzerine

Ev, her şeyden evvel bir güven duygusu ve bir öğüttür. Bachelard’ın dediği gibi ev, insanın düşünceleri, anıları ve düşlerini yani zamanın zihin fazlarını gözeneklerinde saklayan bir petektir; kişiliğimizin balmumunu biriktirir ve bizi bir kişi olarak bütünleştirir.

Aile ve ailenin dönüşümü üzerine düşünürken aileyi bir arada tutan ya da ayıran şeyleri de ihmal etmemek gerekiyor. Biz de bu sebeple Prof. Dr. Kemal Sayar ile evi, aileyi, aileyi oluşturan bireyleri, ailenin dönüşümünü, aileyi bir arada tutan ve ayıran şeyleri, mesuliyetleri, ailenin geleceğini ve her geçen gün kırılganlaşan ailenin bir arada kalmasını sağlayacak çözüm önerilerini konuştuk.

Hatıraların Evi: Günümüzde Aile kitabınızda evi, dünyaya kök saldığımız, kendimiz olarak var olabildiğimiz ve kendimiz olmaktan dolayı sorgu sual edilmediğimiz bir yer, son bir sığınak ve hatıraların mekânı olarak nitelendiriyorsunuz. Bu aslında evi dört duvarı, bir çatısı olan barınak niteliğinden çıkarıp bir duygu haline getiriyor. Bugün ebeveynlerin geç saatlere kadar çalışıp eve yorgun argın geldiği, televizyon ve sosyal medya ile hemhâl olduğu, çocukların sınav vs. kaygısından arta kalan vakitlerini ekran karşısında tükettiği, hasılı aile bireylerinin aynı mekânı paylaştıkları ve fakat farklı zamanları idrak ettikleri bir yer olan ev, bahsettiğiniz o “son sığınak” işlevini sürdürüyor mu hala?

Ev, her şeyden evvel bir güven duygusu ve bir öğüttür. Bachelard’ın dediği gibi ev, insanın düşünceleri, anıları ve düşlerini yani zamanın zihin fazlarını gözeneklerinde saklayan bir petektir; kişiliğimizin balmumunu biriktirir ve bizi bir kişi olarak bütünleştirir. Evin öğüdü, yaşamlarımızda sürekli bir yankı olup rüyalarımıza, seçimlerimize ve eylemlerimize sızar. Ev, bunu iki şekilde yapar: ilkin mahremiyet ve güven hissinin asudeliğinde muhayyilenin yükseği ve uzağı gören bakışını içimize eker ve bunun yanı sıra sevgi, ilgi, şefkat ve yakınlığın sıcaklığında kalplerimizin balmumunu ısıtır. Evin bu kurucu niteliğinin, zamanın ve yaşamların tüm değişimine rağmen kendini muhafaza edebildiğini düşünüyorum. Anne- babalar ne kadar işten yorgun argın gelseler de insan yüzleri ekran yüzlerine ne kadar karışsa da bir çocuk o güven yurdu hissini, sevgiyi, ilgi ve şefkati hissettiği müddetçe ev vazifesini icra ediyor demektir. Çocukların belini büken, ödevlerin veya sınavların ağırlığı değil, sevildiğini hissedememek yahut koşullu sevildiğini sezmek. Şair Robert Frost, “Ev, oraya gitmeniz gerektiğinde  sizi  içeri almaları gereken yerdir.” diyordu. Ev; yağmurda, fırtınada, soğukta sizi saçak altına sığınmak zorunda bırakmayan, kapısını her çaldığınızda davetkar ve sıcak odalarının size açılacağını bildiğiniz yerdir. Bu yüzden de çocukluğun sürgit kağşadığı daimî bir sığınak değil, yorgun ve örselenmiş bir yetişkinin dönüp geldiği bir sığınaktır zaten. Modern hayatın çetin şartları bizleri ne kadar aşarsa aşsın, hatıralarımızdaki evin dinginliğine iltica edebildiğimiz sürece ev elimizi bırakmayacaktır. 

Aileyi bir arada tutan şey yakınlıktır. Menfaatsiz, teklifsiz, hesapsız, maskesiz, sadece kendi olmanın tatlı huzuru. Ev yuva olmaktan çıkarılıp bir eğlence merkezine veya bir pansiyona dönüştüğünde herkesin başının çaresine bakması gerekecektir. Soğuyan insan ilişkileri aileyi de muhasara altına almış bulunuyor ama yapmamız gereken, geçmişin yasını tutmak yerine insan olmanın özüne sadık kalmak. Bu da evi yeniden sıcak bir yuva olarak tesis edebilmekle olur. 

Röportajın devamı Düşünce Dergisi'nin "Aile" sayısında...

 



Yasal Uyarı: Yayınlanan yazı ve haberin tüm hakları Düşünce Dergisi'ne aittir. Özel izin alınmadan yazı ve haber hiçbir şekilde kullanılamaz. Ancak yazı ve haberin bir kısmı aktif link verilerek alıntılanabilir.

  • Paylaş

Geleceğe dair çıkarımlar bugünden bağımsız olarak yapılamazlar. “Olmakta olan nedir?” sorusu, geleceği tahayyül etmeyi de kolaylaştırır. Bir gelecek, şimdi burada olmayan bir geleceğe, olmayan o yere dair tahayyül olan ütopyalar ve distopyalar da şimdinin tarihi olarak nitelendirilirler.

Dijitalleşme ile birlikte aileyi bir araya getiren dinsel ritüeller de sekteye uğramaktadır. Dijitalleşmenin kutsal değerler üzerinde uyguladığı baskı nedeniyle ailevi dayanışma giderek zayıflamaktadır. Bugün gençler, fiziki mekândan kopuk bir şekilde siber evrende evsiz ve sanal bir varlık olarak yaşamaktadır.

TikTok’ta ailelerin ürettiği içeriklere bakıldığında her gün binlercesi üretilen ve yayınlanan bu içeriklerle aile içi ilişkilerdeki kültürel normların olumsuz yönde dönüşeceğini söylemek mümkündür. Şöhrete erişme isteğini de içinde barındıran paylaşılan içerikler, bireylerin bu uğurda aile mahremiyetlerini hiçe saymalarına sebep olmaktadır. Bu durumun ahlaki yozlaşmayı da beraberinde getireceği şüphesizdir.

Reality şovlar o dönemde yalnızca ünlülerin hayatının kamuoyuyla buluşturulduğu, bir anlamda halkla ilişkiler işi olmaktan çıkıp tek bir ailenin boşanma sürecinin konu edildiği, “ucubelerin”, dezavantajlı insanların hayatlarını resmeder bir hale geldi. Bu anlamda 1970’li yılların dönüşüm süreci, reality şov programlarına kapı araladı.

Savaş sebebiyle göç eden aileler daha çok sorunlarla muhatap oluyorlar elbette. Bunlar aile birliğinin bozulması, yolda karşılaşılan güçlükler, ölümler, çocuk, kadın ve erkeklerin kaçırılması, resmi ve gayrı resmi geçişler, göç edilen ülkede yaşanan başlıca ekonomik, kültürel, psikososyal zorluklardır.

Siyasal aile konusu, esaslı şekilde ilk olarak İbn Haldun tarafından ele alınmış konulardan biri olarak karşımıza çıkar. Nitekim Haldun’a (Hassan, 2015, s. 207-209) göre devletin kurucu gücü asabiyete dayanır. Asabiyet ise devleti kuran insan gücünün aile bağlarına gönderme yapar. Diğer tabirle bu bir “kandaşlık” vurgusudur.


En Çok Okunanlar