18 Mart 2023

  • Paylaş
dr. betül ok şehitoğlu ile göç ve aile üzerine

Savaş sebebiyle göç eden aileler daha çok sorunlarla muhatap oluyorlar elbette. Bunlar aile birliğinin bozulması, yolda karşılaşılan güçlükler, ölümler, çocuk, kadın ve erkeklerin kaçırılması, resmi ve gayrı resmi geçişler, göç edilen ülkede yaşanan başlıca ekonomik, kültürel, psikososyal zorluklardır.

Bir göç çağının içinde yaşıyoruz. Bugün Rusya ve Ukrayna savaşı akabinde evlerini, ailelerini, vatanlarını geride bırakmak zorunda kalan Ukraynalılar, Avrupa’nın gündemine ‘göç’ ve ‘mülteci’ sorununu taşıdı. Oysa dünya, bilhassa son on yıldır Suriye’de yaşanan iç savaş sebebiyle büyük bir göç hareketliliğinin içerisindeydi. Bu hareketliliğin büyük bir kısmı Türkiye üzerinden gerçekleşti. Mayıs 2022 rakamlarına göre Türkiye’de kayıt altına alınmış geçici koruma statüsündeki Suriyeli sayısı 3 milyon 763 bin 652 kişi. Hal böyle iken toplumsal olguları ve bu olgular üzerinde yaşanan değişimleri konuşurken göç ve mültecilik bahsini bunun dışında tutmak, değişimi tüm boyutlarıyla görmeye engel teşkil edecekti. Biz de bu sebeple göçün aile üzerindeki etkisini sosyolog-yazar Dr. Betül Ok Şehitoğlu ile konuştuk.

Göç eden aileler hangi sorunlarla mücadele ediyorlar?

Aile; kişinin kimlik oluşumunun başladığı, asli toplumsallaşmanın gerçekleştiği, kuralların öğrenildiği ilk yerdir. Bu anlamda toplumu etkileyen ve toplumdan etkilenen bireyi göz önünde bulundurduğumuzda oldukça önemlidir. Göç meselesi de bu anlamda bir kimlik meselesidir aslında. Kimi zaman ailenizden, içinde bulunduğunuz toplumdan, gelenek görenek hasılı sizi siz yapan unsurlardan kopmanızdır. Göç eden aileler, çoğunlukla en başta kimin göç edeceğine dair kararlar alırlar. Göçün kadınsılaşması gibi konular da bu başlık altında ele alınabilir. Savaş sebebiyle göç eden aileler daha çok sorunlarla muhatap oluyorlar elbette. Bunlar arasında aile birliğinin bozulması, yolda karşılaşılan güçlükler, ölümler, çocuk, kadın ve erkeklerin kaçırılması, resmi ve gayrı resmi geçişler, göç edilen ülkede yaşanan başlıca ekonomik, kültürel, psikososyal zorluklardır. Bunun yanı sıra göç eden aileler; eğitim, sağlık, hukuk gibi alanlarda da oldukça zorlanmakta, gündelik hayat pratiklerinde dil bariyeri ve kültürel farklılık bariyeriyle karşılaşmaktadırlar. Bu da kimlik problemleri, uyum sağlayamama, aidiyet sorunları, kültür ve kimlik çatışması ile travmatize olan bireyler de varsa onlara iki kat zorluk getirmektedir.

Savaştan kaçan, evleri yıkılan aileler bazen yakınlarını hatta aile bireylerinden birini ya da birkaçını da kaybetmiş olabiliyor. Bütün bu kayıplar aile birliğine nasıl sirayet ediyor?

Elbette. Savaş, doğası gereği yıkıcı bir olay. Çoğunlukla vakalarda gördüğümüz kadınlar ve çocukların travmatik olaylardan (ölüm, kaçırılma, infaz, tutuklama, bomba ve uçak sesleri, yanında birisinin ölmesi) daha fazla etkilendiğini görüyoruz. Savaş mağduru olan ve travmatize olmuş bireyler, göç ettikleri ülkede hem anlaşılamıyor hem de uyum sağlama mecburiyeti hissediyorlar. Psikososyal manada yetersiz olan bireyler çoğunlukla hayata tutunmaya çalışıyorlar. Çünkü göç ettikleri ülkede savaş olmadığını, daha rahat yaşayacaklarını düşünüyorlar. Fakat geldikleri yerde yaşadıkları olaylar, kaybettikleri akrabaları her zaman hafızalarında göç ettikleri yerlere taşınıyor. Çocuklar ve kadınlar bu durumdan çok etkilendiği için genellikle psikolojik sorunlar ortaya çıkıyor. Erkekler içerisinde de ağır derecede travmatize olmuş kişiler gördüm. Aile içinde şiddet, geçimsizlik gibi durumlar ortaya çıkıyor. Zaten göç edip geldiği için yabancı konumunda olan göçmen bir müddet denge kuramıyor. Bu da doğal olarak aile bireylerine olumsuz yansıyor.

Röportajın devamı Düşünce Dergisi'nin "Aile" sayısında...

 

 



Yasal Uyarı: Yayınlanan yazı ve haberin tüm hakları Düşünce Dergisi'ne aittir. Özel izin alınmadan yazı ve haber hiçbir şekilde kullanılamaz. Ancak yazı ve haberin bir kısmı aktif link verilerek alıntılanabilir.

  • Paylaş

Geleceğe dair çıkarımlar bugünden bağımsız olarak yapılamazlar. “Olmakta olan nedir?” sorusu, geleceği tahayyül etmeyi de kolaylaştırır. Bir gelecek, şimdi burada olmayan bir geleceğe, olmayan o yere dair tahayyül olan ütopyalar ve distopyalar da şimdinin tarihi olarak nitelendirilirler.

Dijitalleşme ile birlikte aileyi bir araya getiren dinsel ritüeller de sekteye uğramaktadır. Dijitalleşmenin kutsal değerler üzerinde uyguladığı baskı nedeniyle ailevi dayanışma giderek zayıflamaktadır. Bugün gençler, fiziki mekândan kopuk bir şekilde siber evrende evsiz ve sanal bir varlık olarak yaşamaktadır.

TikTok’ta ailelerin ürettiği içeriklere bakıldığında her gün binlercesi üretilen ve yayınlanan bu içeriklerle aile içi ilişkilerdeki kültürel normların olumsuz yönde dönüşeceğini söylemek mümkündür. Şöhrete erişme isteğini de içinde barındıran paylaşılan içerikler, bireylerin bu uğurda aile mahremiyetlerini hiçe saymalarına sebep olmaktadır. Bu durumun ahlaki yozlaşmayı da beraberinde getireceği şüphesizdir.

Reality şovlar o dönemde yalnızca ünlülerin hayatının kamuoyuyla buluşturulduğu, bir anlamda halkla ilişkiler işi olmaktan çıkıp tek bir ailenin boşanma sürecinin konu edildiği, “ucubelerin”, dezavantajlı insanların hayatlarını resmeder bir hale geldi. Bu anlamda 1970’li yılların dönüşüm süreci, reality şov programlarına kapı araladı.

Savaş sebebiyle göç eden aileler daha çok sorunlarla muhatap oluyorlar elbette. Bunlar aile birliğinin bozulması, yolda karşılaşılan güçlükler, ölümler, çocuk, kadın ve erkeklerin kaçırılması, resmi ve gayrı resmi geçişler, göç edilen ülkede yaşanan başlıca ekonomik, kültürel, psikososyal zorluklardır.

Siyasal aile konusu, esaslı şekilde ilk olarak İbn Haldun tarafından ele alınmış konulardan biri olarak karşımıza çıkar. Nitekim Haldun’a (Hassan, 2015, s. 207-209) göre devletin kurucu gücü asabiyete dayanır. Asabiyet ise devleti kuran insan gücünün aile bağlarına gönderme yapar. Diğer tabirle bu bir “kandaşlık” vurgusudur.


En Çok Okunanlar