18 Mart 2023

  • Paylaş
siyasal aileye karşı siyasal olanın aileleşmesi

Siyasal aile konusu, esaslı şekilde ilk olarak İbn Haldun tarafından ele alınmış konulardan biri olarak karşımıza çıkar. Nitekim Haldun’a (Hassan, 2015, s. 207-209) göre devletin kurucu gücü asabiyete dayanır. Asabiyet ise devleti kuran insan gücünün aile bağlarına gönderme yapar. Diğer tabirle bu bir “kandaşlık” vurgusudur.

İnsanoğlu, “sözleşme” ile devlet denen siyasal yapıyı teşekkül ettirdi. Bu kuruluşun hayati gerekçeleri eylemin rasyonalitesini de ortaya koyar. İlgili siyasi yapılanma çerçevesinde bir araya geliş, insanlık tarihinde dağınık kitlenin en akılcı davranışı addedilebilir. Doğanın işleyişi bir düzen/yasa (logos) çerçevesinde şekillenirken bir canlı türü olarak insanoğlunun bu sözleşmesi doğayla mücadelesi anlamında atılmış bir adımın ötesinde kendi türüyle olan kuralsız dövüşüne de bir düzen getirmiştir. Teşkil edilen birliğin fikri zeminini rasyonel bir düşünce olarak görmek gerekir. İnsanoğlunun vahşi yönüne vurgu yapan meşhur “İnsan insanın kurdudur.” sözü hatırlanacak olursa ortak iradeyle bir “yasa”ya bağlanmanın akılcılığı da belirginleşecektir.

Belirli bir yasa çerçevesinde bir siyasal birliğin kurulmasına yönelik irade akabinde devlet gibi karmaşık bir yapının inşasını gerekli kılmıştır. Çalışmanın kapsamını aşan devletin organları, yönetim biçimleri ve korunması gibi konular bir kenara bırakıldığında devleti kimin yöneteceği gibi temel bir soruyla/sorunla karşı karşıya kalırız. İkinci olarak toplumun nasıl idare edileceği sorusunun bir parçası olarak siyasal söylem olgusu karşımıza çıkar. Daha açık bir ifadeyle, bir iktidarın meşruiyetini ve iktidarda kalmasını sağlayan toplumsal rızanın üretimine katkı sağlayan “söylem” konusu kritik bir önem taşımaktadır.

Siyasal söylem, bütünlüklü bir yapı olarak ele alınabileceği gibi parçalara ayırmak suretiyle de tetkik edilebilir. Bu çalışma ise genel siyasi söylemin belirli bir parçası olarak “siyasal aile”den ziyade bir siyasal birliğin “aileleşmesi” konusunu irdelemeyi deneyecektir. Siyasal aile konusu, esaslı şekilde ilk olarak İbn Haldun tarafından ele alınmış konulardan biri olarak karşımıza çıkar. Nitekim Haldun’a (Hassan, 2015, s. 207-209) göre devletin kurucu gücü asabiyete dayanır. Asabiyet ise devleti kuran insan gücünün aile bağlarına gönderme yapar. Diğer tabirle bu bir “kandaşlık” vurgusudur. Kurucu gücün kandaşlığının yanında asabiyet, aynı zamanda bu aileye çeşitli vesilelerle dahil olmuş/buraya kabul edilmiş ve fakat aynı kandan olmayan insan gruplarının da dahil edilmesiyle genişleyebilir bir özellik gösterir. Hasılı devleti teşkil eden yapı, özü itibariyle aile ve akrabalık ilişkilerine dayalı bir büyük gruptur. Dolayısıyla ailenin bir araya gelerek devleti kurması ailenin siyasallaşması anlamına gelmektedir. Ailenin siyasallaşmasının çağdaş tezahürü ise siyasi iktidar mücadelesinde bir ailenin belirli bir ideolojiyi veya siyasi partiyi desteklemesidir. Başka anlatımla, küçük gruplardan oluşan ailelerin bir siyasi yapıya desteklerini aynı kapsamda değerlendirmek mümkündür.

Yazının devamı Düşünce Dergisi'nin "Aile" sayısında...

 

 

 



Yasal Uyarı: Yayınlanan yazı ve haberin tüm hakları Düşünce Dergisi'ne aittir. Özel izin alınmadan yazı ve haber hiçbir şekilde kullanılamaz. Ancak yazı ve haberin bir kısmı aktif link verilerek alıntılanabilir.

  • Paylaş

Geleceğe dair çıkarımlar bugünden bağımsız olarak yapılamazlar. “Olmakta olan nedir?” sorusu, geleceği tahayyül etmeyi de kolaylaştırır. Bir gelecek, şimdi burada olmayan bir geleceğe, olmayan o yere dair tahayyül olan ütopyalar ve distopyalar da şimdinin tarihi olarak nitelendirilirler.

Dijitalleşme ile birlikte aileyi bir araya getiren dinsel ritüeller de sekteye uğramaktadır. Dijitalleşmenin kutsal değerler üzerinde uyguladığı baskı nedeniyle ailevi dayanışma giderek zayıflamaktadır. Bugün gençler, fiziki mekândan kopuk bir şekilde siber evrende evsiz ve sanal bir varlık olarak yaşamaktadır.

TikTok’ta ailelerin ürettiği içeriklere bakıldığında her gün binlercesi üretilen ve yayınlanan bu içeriklerle aile içi ilişkilerdeki kültürel normların olumsuz yönde dönüşeceğini söylemek mümkündür. Şöhrete erişme isteğini de içinde barındıran paylaşılan içerikler, bireylerin bu uğurda aile mahremiyetlerini hiçe saymalarına sebep olmaktadır. Bu durumun ahlaki yozlaşmayı da beraberinde getireceği şüphesizdir.

Reality şovlar o dönemde yalnızca ünlülerin hayatının kamuoyuyla buluşturulduğu, bir anlamda halkla ilişkiler işi olmaktan çıkıp tek bir ailenin boşanma sürecinin konu edildiği, “ucubelerin”, dezavantajlı insanların hayatlarını resmeder bir hale geldi. Bu anlamda 1970’li yılların dönüşüm süreci, reality şov programlarına kapı araladı.

Savaş sebebiyle göç eden aileler daha çok sorunlarla muhatap oluyorlar elbette. Bunlar aile birliğinin bozulması, yolda karşılaşılan güçlükler, ölümler, çocuk, kadın ve erkeklerin kaçırılması, resmi ve gayrı resmi geçişler, göç edilen ülkede yaşanan başlıca ekonomik, kültürel, psikososyal zorluklardır.

Siyasal aile konusu, esaslı şekilde ilk olarak İbn Haldun tarafından ele alınmış konulardan biri olarak karşımıza çıkar. Nitekim Haldun’a (Hassan, 2015, s. 207-209) göre devletin kurucu gücü asabiyete dayanır. Asabiyet ise devleti kuran insan gücünün aile bağlarına gönderme yapar. Diğer tabirle bu bir “kandaşlık” vurgusudur.


En Çok Okunanlar