18 Mart 2023

  • Paylaş
ailenin tanımlanmasında göreceliğin reddi üzerine

Deneyim tabanlı düşünce biçimi, diğer düşüncelerin salt bir kabul etme yoluyla yani varsaymaktan yola çıkılarak oluştuğunu öne sürerek diğer düşünceleri eleştirmektedir. Fakat deneyimin referans olarak alındığı yaklaşım, kendisini diğer görüşlerden çok daha doğru olarak değerlendirmesi nedeniyle gerçekte bir tahakküm alanı da oluşturmaktadır.

Çağdaş yaklaşımlar ölçeğinde aile, insan ilişkilerine dayandırılarak tanımlanmaktadır. Aslında böyle bir bakış açısıyla ailenin tanımına ulaşmak gerektiği düşüncesi, herhangi bir tanımlamanın yapılmasının imkansızlığına yol açar. Zira değişen insan ilişkilerine bağlı olarak oluşan yeni yapılar ve şartlar nedeniyle her zaman tanımın yenilenmesi gerekecektir. İnsan ilişkilerine ait deneyimin ailenin tanımını belirlediği böyle bir bakış açısında tanımın hangi deneyime göre yapılması gerektiği de bu nedenle bir belirsizlik doğuracaktır. Dahası bu bakış açısında, insan eğilimleri ve yaşam biçimleri kavramların içini dolduran bir gerçeklik olarak görülmektedir. İnsanın sadece güncel eğilimleri ve bu eğilimler doğrultusundaki eylem ve pratikleri dışındaki gerçekliklerin reddedilmesi bir yöntem olarak ortaya çıkmaktadır. Hatta bu doğrultuda özellikle Batılı toplumlarda etkin bir şekilde gözlemlenen kimi akımlar, baskı grupları ve örgütler ailenin tanımına müdahale ederek onun çağına özgü anlam değişimini gerçekleştirmeye çalışmaktadırlar. Sözgelimi, aileye özgü olarak bilinen mevcut birçok yapının, geçmişteki ataerkil baskı gruplarının ya da tahakküm isteyen farklı grupların bir ürünü olarak nitelendirildiği görülmektedir. 

Bu yaklaşım biçimi canlıların sadece yaşayışa özgü istem ve pratiklerini dikkate aldığı için deneyimciliği referans noktası olarak görmektedir. Deneyim tabanlı düşünce biçimi, diğer düşüncelerin salt bir kabul etme yoluyla yani varsaymaktan yola çıkılarak oluştuğunu öne sürerek diğer düşünceleri eleştirmektedir. Fakat deneyimin referans olarak alındığı yaklaşım, kendisini diğer görüşlerden çok daha doğru olarak değerlendirmesi nedeniyle gerçekte bir tahakküm alanı da oluşturmaktadır. Böylece bir yandan tahakkümü eleştirirken bir yandan da yeni bir tahakküm alanı kurduğu için çelişkili bir açıklama yapmış olmaktadır. Öte yandan salt deneyim tabanlı bir düşünme sonucunda aile konusunda varılacak nokta ise ailenin sürekli değişkenlik gösteren bir birliktelik türü olarak anılması gereğidir. Bu durumda sürekli değişen ve değişecek olan insan ilişkileri nedeniyle hiçbir somut ilişki ailenin tanımını yapmaya yetmeyecektir. Aile artık bir kavram olarak varlık gösteren ama ne anlama geldiği bilinmeyen bir ifadeye dönüşecektir.

 

Yazının devamı Düşünce Dergisi'nin "Aile" sayısında...

 



Yasal Uyarı: Yayınlanan yazı ve haberin tüm hakları Düşünce Dergisi'ne aittir. Özel izin alınmadan yazı ve haber hiçbir şekilde kullanılamaz. Ancak yazı ve haberin bir kısmı aktif link verilerek alıntılanabilir.

  • Paylaş

Geleceğe dair çıkarımlar bugünden bağımsız olarak yapılamazlar. “Olmakta olan nedir?” sorusu, geleceği tahayyül etmeyi de kolaylaştırır. Bir gelecek, şimdi burada olmayan bir geleceğe, olmayan o yere dair tahayyül olan ütopyalar ve distopyalar da şimdinin tarihi olarak nitelendirilirler.

Dijitalleşme ile birlikte aileyi bir araya getiren dinsel ritüeller de sekteye uğramaktadır. Dijitalleşmenin kutsal değerler üzerinde uyguladığı baskı nedeniyle ailevi dayanışma giderek zayıflamaktadır. Bugün gençler, fiziki mekândan kopuk bir şekilde siber evrende evsiz ve sanal bir varlık olarak yaşamaktadır.

TikTok’ta ailelerin ürettiği içeriklere bakıldığında her gün binlercesi üretilen ve yayınlanan bu içeriklerle aile içi ilişkilerdeki kültürel normların olumsuz yönde dönüşeceğini söylemek mümkündür. Şöhrete erişme isteğini de içinde barındıran paylaşılan içerikler, bireylerin bu uğurda aile mahremiyetlerini hiçe saymalarına sebep olmaktadır. Bu durumun ahlaki yozlaşmayı da beraberinde getireceği şüphesizdir.

Reality şovlar o dönemde yalnızca ünlülerin hayatının kamuoyuyla buluşturulduğu, bir anlamda halkla ilişkiler işi olmaktan çıkıp tek bir ailenin boşanma sürecinin konu edildiği, “ucubelerin”, dezavantajlı insanların hayatlarını resmeder bir hale geldi. Bu anlamda 1970’li yılların dönüşüm süreci, reality şov programlarına kapı araladı.

Savaş sebebiyle göç eden aileler daha çok sorunlarla muhatap oluyorlar elbette. Bunlar aile birliğinin bozulması, yolda karşılaşılan güçlükler, ölümler, çocuk, kadın ve erkeklerin kaçırılması, resmi ve gayrı resmi geçişler, göç edilen ülkede yaşanan başlıca ekonomik, kültürel, psikososyal zorluklardır.

Siyasal aile konusu, esaslı şekilde ilk olarak İbn Haldun tarafından ele alınmış konulardan biri olarak karşımıza çıkar. Nitekim Haldun’a (Hassan, 2015, s. 207-209) göre devletin kurucu gücü asabiyete dayanır. Asabiyet ise devleti kuran insan gücünün aile bağlarına gönderme yapar. Diğer tabirle bu bir “kandaşlık” vurgusudur.


En Çok Okunanlar