18 Mart 2023

  • Paylaş
dizideki benim babam mı?

Televizyon dizilerindeki aileler, ilk bakışta tipik Türk ailesi gibi gözükse de senaryolar gerçeklikten koptu. Yerli dizilerin temel unsuru olan entrikalar, ailenin bazı üyelerinin günah keçisi ilan edilmesiyle kurgulandı. Tamamen siyah veya beyaz olmayan, hayatta grileri olan gerçek karakterler yaratma derdine düşülmedi. Babalar ise bu gidişatta seçilen kurbanlar oldu.

Soğuk bir kış günü, nihayet akşama ulaşmış. Çalışanlar eve dönmüş, evdekiler gelenleri karşılamış. Hane halkının hepsi evde toplanmış. Teni yakan ayaz ve sokağın tüm tehlikeleri kapanan kapıyla dışarıda bırakılmış. Ev, sıcak ve güvenli. Ev, tanıdık. Bunca aşinalığın arasında salonun baş köşesinde duran, durduğu yerde göze batmak şöyle dursun eksik olunca aranan bir yabancı var: televizyon. Salona girişi, odanın en stratejik noktasına kuruluşu çok eskilere dayanmıyor aslında. Ama geldiği gün eskide kaldıkça onsuz geçen yılları unutturdu ve hayatımızın bir parçası haline geldi. Öyle ki televizyonu olmayan bir salona girdiğimizde neden diye sorgular olduk, ev sahibiyle ilgili birtakım çıkarımlar yapmaya başladık. Evin içine bu kadar yerleşen bir nesne elbette hayatımızı etkilemeden ve bizi değiştirmeden bir kenarda duracak değildi. Her akşam aile üyelerinin karşısına geçip büyülendiği o anlarda televizyonun en büyük silahı ise bir kere izlemekle kurtulamadığımız, her hafta yeni bölümünü iple çektiğimiz diziler oldu. Hayatımızın belli dönemlerini çok izlenen, tabiri caizse “tutmuş” dizilerle anar ve anlatır olduk. İzleyici aile olunca onlara aileyi anlatmak, aile hikayeleriyle karşılarına çıkmak güzel bir fikirdi. Ama bu anlatılan aileler nereden çıkmıştı? 

Babalık, toplumsal hayat içinde bir roldür ve bu rol hem toplum tarafından kişiye yüklendiğinde hem de kişi yüklenilen bu rolü kabul ettiğinde meydana gelir (Rustia ve Abbott, 1990; akt. Karadeniz 2019). Bir erkeğin baba olması, onun anlatısal kimliğini ve hayatının geri kalanında benimseyeceği davranışları büyük ölçüde değiştirmektedir (Edin, Nelson ve Paranal, 2001; Sampson ve Laub, 1993; akt. Karadeniz 2019). Babalığın ne olduğunu ve niteliklerini belirleyen esas nokta ise içinde bulunulan kültürün erkekliğe ve babalığa ne gibi anlamlar yüklediğidir. Mesela Türk toplumunda erkekler “evin reisi” potansiyeline sahip kişiler olarak algılanmakta ve buna göre yetiştirilmektedir (Beyazıt ve Mağden, 2015; Evans, 1997; Şahin ve Demiriz, 2014; akt. Karadeniz 2019). Bu yerleşik algı, bugün televizyon dizileri aracılığıyla değiştiriliyor ve biz farkına varmadan baba kavramına bakışımızı etkiliyor.

Televizyonun temellendirildiği sistemin devamlılığı için reyting denen canavarın isteklerine göre hareket edilmesi gerekiyor. Reyting sistemine göre en çok izlenen konular da televizyonun tüketim malzemesi oluyor. İzleyicinin ilgisini çekmeyi başaran aile hikayeleri dolayısıyla aile de artık tüketim nesnelerinden biri haline geldi. Televizyon dizilerindeki aileler, ilk bakışta tipik Türk ailesi gibi gözükse de senaryolar gerçeklikten koptu. Yerli dizilerin temel unsuru olan entrikalar, ailenin bazı üyelerinin günah keçisi ilan edilmesiyle kurgulandı. Tamamen siyah veya beyaz olmayan, hayatta grileri olan gerçek karakterler yaratma derdine düşülmedi. Babalar ise bu gidişatta seçilen kurbanlar oldu.

Yazının devamı Düşünce Dergisi'nin "Aile" sayısında...

 

 



Yasal Uyarı: Yayınlanan yazı ve haberin tüm hakları Düşünce Dergisi'ne aittir. Özel izin alınmadan yazı ve haber hiçbir şekilde kullanılamaz. Ancak yazı ve haberin bir kısmı aktif link verilerek alıntılanabilir.

  • Paylaş

Geleceğe dair çıkarımlar bugünden bağımsız olarak yapılamazlar. “Olmakta olan nedir?” sorusu, geleceği tahayyül etmeyi de kolaylaştırır. Bir gelecek, şimdi burada olmayan bir geleceğe, olmayan o yere dair tahayyül olan ütopyalar ve distopyalar da şimdinin tarihi olarak nitelendirilirler.

Dijitalleşme ile birlikte aileyi bir araya getiren dinsel ritüeller de sekteye uğramaktadır. Dijitalleşmenin kutsal değerler üzerinde uyguladığı baskı nedeniyle ailevi dayanışma giderek zayıflamaktadır. Bugün gençler, fiziki mekândan kopuk bir şekilde siber evrende evsiz ve sanal bir varlık olarak yaşamaktadır.

TikTok’ta ailelerin ürettiği içeriklere bakıldığında her gün binlercesi üretilen ve yayınlanan bu içeriklerle aile içi ilişkilerdeki kültürel normların olumsuz yönde dönüşeceğini söylemek mümkündür. Şöhrete erişme isteğini de içinde barındıran paylaşılan içerikler, bireylerin bu uğurda aile mahremiyetlerini hiçe saymalarına sebep olmaktadır. Bu durumun ahlaki yozlaşmayı da beraberinde getireceği şüphesizdir.

Reality şovlar o dönemde yalnızca ünlülerin hayatının kamuoyuyla buluşturulduğu, bir anlamda halkla ilişkiler işi olmaktan çıkıp tek bir ailenin boşanma sürecinin konu edildiği, “ucubelerin”, dezavantajlı insanların hayatlarını resmeder bir hale geldi. Bu anlamda 1970’li yılların dönüşüm süreci, reality şov programlarına kapı araladı.

Savaş sebebiyle göç eden aileler daha çok sorunlarla muhatap oluyorlar elbette. Bunlar aile birliğinin bozulması, yolda karşılaşılan güçlükler, ölümler, çocuk, kadın ve erkeklerin kaçırılması, resmi ve gayrı resmi geçişler, göç edilen ülkede yaşanan başlıca ekonomik, kültürel, psikososyal zorluklardır.

Siyasal aile konusu, esaslı şekilde ilk olarak İbn Haldun tarafından ele alınmış konulardan biri olarak karşımıza çıkar. Nitekim Haldun’a (Hassan, 2015, s. 207-209) göre devletin kurucu gücü asabiyete dayanır. Asabiyet ise devleti kuran insan gücünün aile bağlarına gönderme yapar. Diğer tabirle bu bir “kandaşlık” vurgusudur.


En Çok Okunanlar