18 Mart 2023

  • Paylaş
dijitalleşme karşısında ailenin geleceği ne olacak?

Dijitalleşme ile birlikte aileyi bir araya getiren dinsel ritüeller de sekteye uğramaktadır. Dijitalleşmenin kutsal değerler üzerinde uyguladığı baskı nedeniyle ailevi dayanışma giderek zayıflamaktadır. Bugün gençler, fiziki mekândan kopuk bir şekilde siber evrende evsiz ve sanal bir varlık olarak yaşamaktadır.

Teknolojiye karşı insanlığın durumunun ne olacağı sorusu, tarihin her döneminde zihinleri meşgul etmiştir. Geleceğe dair bu kaygının odağında yaşam biçimindeki değişimin toplumsal yapıda ve değerler alanında meydana getirdiği dönüşümler yer almaktadır. Bugün de dijitalleşme, gündelik yaşantımızdaki tüm eylemlerimizin ağa aktarıldığı, yeni bir yaşam biçimine yol açmıştır. Toplumsal ve kültürel hiçbir olgu artık eski niteliğini koruyamamakta ve bu dönüşümden en çok da aile etkilenmektedir. Dijital çağın en önemli sorularından biri, hiç kuşkusuz dijitalleşme karşında ailenin geleceğinin ne olacağıdır.

Akıllı cihazların, yapay zekânın, algoritmaların egemenliğini ilan ettiği dijital çağda aile varlığını koruyabilecek mi? Bu konuda iki farklı yaklaşım bulunmaktadır. Tekno-iyimser bakış açısına sahip olanlar daha konforlu, kaliteli ve sağlıklı yaşam olanakları nedeniyle dijitalleşmenin faydalarına odaklanırken tekno-kötümserler geleneksel ve ahlaki değerlere meydan okuyan dijitalleşmenin başta aile olmak üzere toplumsal kurumları yozlaştırıp en sonunda yok edeceği yaklaşımını savunmaktadır. Aslında birbirine taban tabana zıt bu iki yaklaşımın ortak bir noktası vardır: Teknoloji perspektifinden insanları nesneleştirmek. Biri olumlu, diğeri olumsuz olmak üzere her ikisi de teknolojiye sınırsız güç atfetmektedir. Dijitalleşmenin etkisi kaçınılmazdır ancak bu etkinin ileride ailenin varlığına yönelik bir tehdit oluşturup oluşturmadığı sorusunun cevabı, ailenin işlevlerini merkeze alarak verilebilir. 

İnsanlar biyolojik, duygusal, kültürel, ekonomik ve güvenlik gibi ihtiyaçlarını en temel düzeyde aile içinde karşılar. Bu ihtiyaçların giderilmesine karşılık gelen fonksiyonlar da ailenin işlevlerini oluşturmaktadır. Hilmi Ziya Ülken’e göre ailenin; zümrenin yeni kuşaklarda sürmesini sağlayan biyolojik fonksiyondan başka kültür aktarımını sağlayan eğitim fonksiyonu, iktisadi ve dini fonksiyonları bulunur (Ülken, 1969: 6). William Ogburn ise bu işlevlere koruyuculuk (güvenlik), boş zamanların değerlendirilmesi, prestij sağlama gibi işlevleri ekler (Özkalp, 1993: 101). Ailenin işlevlerini psikolojik ve toplumsal olmak üzere ikiye ayıran Tom Bottomore ise özellikle çocuklar ve ebeveynler için duygusal yakınlık oluşturan psikolojik işleve dikkat çekmektedir (Bottomore, 1984: 176). Bunları bir araya getirdiğimizde ailenin temel işlevlerini “biyolojik”, “kültür aktarımı”, “eğitim”, “ekonomik”, “dini”, “güvenlik” ve “statü” olarak sınıflandırmak mümkündür. Ailenin geleceğine yönelik bir öngörü oluşturabilmek için bu işlevlerin ayrı ayrı değerlendirilmesi gerektiği düşünülmektedir.

Bu çalışmada ailenin bazı işlevlerinin dijitalleşme nedeniyle zayıflarken bazılarının da güçlendiğine dair bir varsayımdan yola çıkılarak dijitalleşmenin bu işlevler üzerindeki etkileri incelenecektir. Yaşanan dönüşüm nedeniyle işlevlerin önem sırasında yaşanan değişimin ailenin geleceğine olası etkileri tartışılacaktır.

Yazının devamı Düşünce Dergisi'nin "Aile" sayısında...

 



Yasal Uyarı: Yayınlanan yazı ve haberin tüm hakları Düşünce Dergisi'ne aittir. Özel izin alınmadan yazı ve haber hiçbir şekilde kullanılamaz. Ancak yazı ve haberin bir kısmı aktif link verilerek alıntılanabilir.

  • Paylaş

Geleceğe dair çıkarımlar bugünden bağımsız olarak yapılamazlar. “Olmakta olan nedir?” sorusu, geleceği tahayyül etmeyi de kolaylaştırır. Bir gelecek, şimdi burada olmayan bir geleceğe, olmayan o yere dair tahayyül olan ütopyalar ve distopyalar da şimdinin tarihi olarak nitelendirilirler.

Dijitalleşme ile birlikte aileyi bir araya getiren dinsel ritüeller de sekteye uğramaktadır. Dijitalleşmenin kutsal değerler üzerinde uyguladığı baskı nedeniyle ailevi dayanışma giderek zayıflamaktadır. Bugün gençler, fiziki mekândan kopuk bir şekilde siber evrende evsiz ve sanal bir varlık olarak yaşamaktadır.

TikTok’ta ailelerin ürettiği içeriklere bakıldığında her gün binlercesi üretilen ve yayınlanan bu içeriklerle aile içi ilişkilerdeki kültürel normların olumsuz yönde dönüşeceğini söylemek mümkündür. Şöhrete erişme isteğini de içinde barındıran paylaşılan içerikler, bireylerin bu uğurda aile mahremiyetlerini hiçe saymalarına sebep olmaktadır. Bu durumun ahlaki yozlaşmayı da beraberinde getireceği şüphesizdir.

Reality şovlar o dönemde yalnızca ünlülerin hayatının kamuoyuyla buluşturulduğu, bir anlamda halkla ilişkiler işi olmaktan çıkıp tek bir ailenin boşanma sürecinin konu edildiği, “ucubelerin”, dezavantajlı insanların hayatlarını resmeder bir hale geldi. Bu anlamda 1970’li yılların dönüşüm süreci, reality şov programlarına kapı araladı.

Savaş sebebiyle göç eden aileler daha çok sorunlarla muhatap oluyorlar elbette. Bunlar aile birliğinin bozulması, yolda karşılaşılan güçlükler, ölümler, çocuk, kadın ve erkeklerin kaçırılması, resmi ve gayrı resmi geçişler, göç edilen ülkede yaşanan başlıca ekonomik, kültürel, psikososyal zorluklardır.

Siyasal aile konusu, esaslı şekilde ilk olarak İbn Haldun tarafından ele alınmış konulardan biri olarak karşımıza çıkar. Nitekim Haldun’a (Hassan, 2015, s. 207-209) göre devletin kurucu gücü asabiyete dayanır. Asabiyet ise devleti kuran insan gücünün aile bağlarına gönderme yapar. Diğer tabirle bu bir “kandaşlık” vurgusudur.


En Çok Okunanlar