17 Mart 2023

  • Paylaş
kitap değerlendirmesi “islam dünyası fikri: küresel bir entelektüel tarih çalışması”

Bu kitap, İslam tarihinde Müslümanlar arasında var olan fikir ve inanç birliğini inkâr etmiyor. Aksine bu meseleyi “İslam dünyası” fikrinden ve bu fikrin üretildiği bağlamdan ayırıyor. “İslam dünyası” fikrinin iddia ettiği siyasi kader birliği fikrinin on dokuzuncu yüzyılda belirdiğini ifade ediyor.

Cemil Aydın’ın ilk olarak İngilizce The Idea of the Muslim World: A Global Intellectual History başlığıyla 2017 yılında basılan ve nihayet Hasan Aksakal tarafından Türkçeye tercüme edilip 2021 yılında Alfa Yayınları tarafından yayımlanan kitabı üzerine, aradan geçen 4 yılda çokça tartışıldı ve konuşuldu. 19. yüzyılı, argümanında merkeze alan Aydın, öncelikle 19. yüzyıl öncesinde “İslam dünyası” fikrinin varlığının tarihi bir incelemesini yapıyor. İslam devletlerinin çok karmaşık biçimde çeşitli geleneklerle ve pratiklerle yönetildiğini ve ayrıca “ortak dini anlayış ve yaşayışın siyasi bir birlik veyahut küresel bir dayanışma” anlamına gelmediğini ifade ediyor ve dolayısıyla da “ümmet” kavramı ile “İslam
dünyası” fikri Aydın tarafından birbirinden ayrılıyor.

19. yüzyılda Avrupa merkezli bir medeniyet dili oluşturuldu ve bu medeniyet dili daha önce karşılaşılmamış bir şekilde “Doğu”yu yetersiz ve yarı medeni olarak gösterdi. 19. yüzyıl dünya düzeninin en önemli etkilerinden birisi de bu medeniyet dilinin sistematik bir şekilde tüm dünyaya dayatılmasıdır. İşte tam bu noktada Cemil Aydın’ın tezi anlam kazanıyor. Zira Aydın’a göre “İslam dünyası” fikri, Müslümanları ırksallaştıran ve sorun olarak gören imparatorluklara ve 19. yüzyıl paradigmasına karşı üretilen bir reaksiyon, başka bir deyişle bir hak arayışının neticesinde üretilen bir algıydı. Ancak bu fikrin hem bu hayali topluluğun üretilme sürecinde hem de daha sonraki süreçte farklı konjonktürlerde kullanıldığı durumlarda Müslümanları daha da ırksallaştırdığı ve tek tipleştirdiği görülmekteydi. Dolayısıyla Cemil Aydın “İslam dünyası” fikrinin doğal bir “Müslüman birliği” olmadığını hatta tam aksine İslam karşıtı ve emperyalist emellere alet olan bir unsur haline geldiğini iddia ediyor. Bu anlatı yazara göre Müslümanları reaksiyoner bir konuma indirgiyor ve kendi kabuğuna sığdırmaya çalışıyor. Aydın, okuyucusunu bu kalıpların dışında düşünmeye davet ediyor. Zira o, tarihi dışlayan bakış açılarının bugünkü sorunların temelini oluşturduğuna inanıyor. Aydın’a göre bu fikrin ortaya çıktığı şartların göz ardı edildiği veya önemsizleştirildiği okumalarda “İslam dünyası” fikri Müslümanlara hizmet etmiyor.

Yazının devamı Düşünce Dergisi'nin "Din" sayısında...

 



Yasal Uyarı: Yayınlanan yazı ve haberin tüm hakları Düşünce Dergisi'ne aittir. Özel izin alınmadan yazı ve haber hiçbir şekilde kullanılamaz. Ancak yazı ve haberin bir kısmı aktif link verilerek alıntılanabilir.

  • Paylaş

Aslında pozitivizmin sunduğu türden kesin bir ilerlemecilik fikri bir yanlışlık olarak ortada dursa da bu durum insan hayatında ya da dünya tarihinde hiçbir şekilde bir ilerlemenin olmadığı anlamına gelmez. Pozitivist ilerleme, bir genelleme sonucunda ilerlemenin kesin şekilde iyi olduğuna hükmetmiş bir yaklaşımdır ve yanılgısı da bu hükmünden kaynaklanmaktadır.

Son tahlilde 2023 Eğitim Vizyonu Belgesi, insan ve eğitim fenomenine yaklaşımda resmi ağızdan akıl-kalp kutupsal sinerjisi vurgusuyla bir ilke imza atmış ve fakat tinsel meşruiyet açısından aynı önemli opsiyonu, gönlü düşüncenin stepnesi kılan ayrıntılı öneri ve düzenlemelerdeki vurgularla bloke etme yoluna girmiştir.

Bu kitap, İslam tarihinde Müslümanlar arasında var olan fikir ve inanç birliğini inkâr etmiyor. Aksine bu meseleyi “İslam dünyası” fikrinden ve bu fikrin üretildiği bağlamdan ayırıyor. “İslam dünyası” fikrinin iddia ettiği siyasi kader birliği fikrinin on dokuzuncu yüzyılda belirdiğini ifade ediyor.

Medeniyet tecrübemizi ve tefekkür tarihimizi, medeniyetimizin kendi gökyüzü altında inceleyen Fazlıoğlu, “ışk-amel-hâl”in “akılnazar-kâl”e tercih edildiğini söyler. Böylece tasavvuf ve halk terbiyesi önceliği ilm’e değil ışk’a vermiştir.

Yunan Anayasası’nın laik olmadığını hatırlatmak gerekir. Bu durumda Yunan Devleti Kiliseye ve Ortodoks din adamlarına herhangi bir siyasi müdahalede bulunamazken, Türklere ait dini kurumları hegemonyası altına alması elbette ki bir çelişki ihtiva eder. Bu durumu acaba din özgürlüğünde çağ atlayan Yunanistan’ın kendi halkından önce Azınlığa laikliği getirme lütfu olarak mı anlamalıyız?

Arnavutluk'ta diktatör Enver Hoxha'nın partisinin attığı ilk adım, din adamlarına karşı mücadele olmuştur. Parti, din adamlarının dini vaazlardan ve çeşitli dini törenlere ve bayramlara katılmaktan vazgeçmesini talep etmiştir. İtaatsizlik durumunda, din adamları ve yandaşları propaganda yaptıkları gerekçesiyle cezalandırılacaktı ve devlete ihanet etmiş sayılacaklardı.


En Çok Okunanlar