Küreselleşme iletişim ve ulaşım imkanlarının gelişmesiyle siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel açılardan dünya çapında dönüşümlere ve ortak bir küresel anlayışa neden olan bir süreçtir. Süreçte ulus-devlet yapısal ve işlevsel dönüşümler yaşamaktadır. Artık ulus-devlet egemenliğini küresel aktörlerle paylaşmak ve karşılaştığı sorunlara uluslararası işbirliğine dayalı çözümler üretmek durumundadır. Toplumsal açıdan bakıldığında, ulus yerini çok kültürlü yapılara bırakmış, sosyal yapı atomize olmuştur. Kültürel olarak, küreselleşme süreci Batı dışı toplumlarda Batılılaşma olarak tezahür etmektedir.
Giriş
Küreselleşme tanımlarında, karşı konulamaz ve hızlı teknolojik gelişme, ulus-devletin azalan ya da önemsizleşen rolü, sınai üretimin Batı ekonomilerinden uzaklaşrak yeni sanayileşen ekonomilere doğru yeniden düzenlenmesi ve buna bağlı olarak ortaya çıkan hizmet sektörlerinde özellikle mali hizmetler alanındaki büyüme (Brown, 1995:5) kavramları sıklıkla karşımıza çıkmaktadır.
Yüksek hızlı, işitsel ve görsel iletişim teknolojilerinin yaygınlaşması ve sınır tanımaksızın kullanılabilir hale gelmesi ve ulaşım araçlarının nispeten hızlı ve ucuz hale gelmesi, küresel etkileşim süreçlerini gün geçtikçe yoğunlaştırmakta ve değişime hız kazandırmaktadır. Ulus-devlet, yapısını kısmen muhafaza etmekle birlikte işlevsel açıdan ciddi dönüşümler geçirmekte ve eski egemenlik gücünü ülke sınırları içinde etkin olarak kullanamamakta ve dolayısıyla iktidarını yerel, bölgesel ve küresel düzeyde çeşitli oluşumlarla paylaşmak durumunda kalmaktadır. Ulus-devletin modern anlamdaki egemenlik yapısının sağladığı imkanlarla karşılaştırıldığında bugünkü ulus-devlet ortamında politika geliştirmek ve küresel bir aktör olarak varlığını sürdürmek söz konusu oluşumları ciddi bir biçimde hesaba katmayı gerektirmektedir. Karşılıklı bağımlılık artmış ve modern anlamdaki “mutlak iktidar” anlayışı yıpranmıştır. Düne göre bugün siyasi ve ekonomik anlamda politika geliştirmek ve planlama yapmak çok daha zor hale gelmiştir. Görünen odur ki günümüzün küresel dünyasında hemen hemen hiçbir ulus-devlet “kendi başına” hareket edebilecek durumda değildir.
..............
Ömer Faruk Cantekin
Geçmişte Müslüman kadınlar siyasi partilerin iktidar savaşında araç olarak kullanılmış ancak seçimlerden sonra evlerine geri gönderilmişlerdi. İslamcı olsun olmasın ataerkil zihniyetin uzantısı niteliğindeki bütün siyasi partiler için bu geçerlidir.
Moriskolaştıktan sonra görünüşte Hristiyanlığı kabul etseler de Eski Hristiyanlar onların bu yeni kimliklerine hiçbir zaman güvenmemiş ve kendileri için uygun gördükleri bir zamanda da tamamen tasfiye yoluna gitmişlerdir. Günümüzde bu dramatik süreci iyi tahlil etmediğimiz takdirde dünyanın çeşitli bölgelerinde yaşayan sadece Müslümanların değil, ezilen pek çok milletin yaşadığı dramları anlamlandırmamız mümkün değildir
Peygamber dönemi siyasi formasyonunun tam anlamıyla bir devlet şeklini alması daha sonraki dönemlerde görülebilir; ancak peygamber döneminde; yetke (sulta), bu yetkenin kaynağı ve meşruiyeti ispatlamaya yönelen ve dine daveti esas amaç edinen, bu dava-ispat ekseninde şekillenen bir siyasi yapıdan söz edilebilir.
Duygusal boyutta özdeşleşebileceği kahramanlar ile hayalleri bir araya getiren sinema, devletin ideolojisi ile toplum arasında bir arabulucu gibidir. Genellikle ise bu arabuluculuk devletin hanesine artı puan yazdıran ikna ile sonuçlanır.
Sözleşmeyi haklılaştırmak için türev vazifesi gören rasyonalizm, aklı kutsamak adına, bütün etik ve ahlaki değerleri irrasyonel ve modası geçmiş yaftasıyla reddetmiştir.Geleneksel ilişki biçimlerinin ve dayanışma ruhunun kaybolması ile insan muhafazasız kalırken, devlet giderek daha fazla merkezileşmeye ve totaliterleşmeye başlamıştır.
Demokrasi Farabî’ye göre her türlü hazcılığı ihtiva edebilecek ve her türlü fasid fikrin ortaya çıkmasına neden olabilecek bir yönetimdir. Demokrasi herkese her şeyi yapması için serbestiyet tanıdığı için faziletli olması mümkün değildir.