Kimlik, özellikle modernleşmeye paralel olarak, yeni bir siyasal yapılanma biçimi olan ulus devletlerin dünya haritasında boy göstermeye başlaması ile birlikte önemi artan ve tartışılan bir kavram/olgu olmuştur. Bu bağlamda aslında ulus devletin harcını oluşturan milletin, kim olduğu sorusu ve milletin tanımlanması sorunsalı büyük ölçüde kimlik konusuyla alakalıdır. Son çeyrek asırda yaşanan gelişmeler (soğuk savaşın sona ermesi, küreselleşme, yükselen liberalizm, iletişim teknik ve teknolojilerindeki gelişme vb..) göz önünde bulundurulduğunda “kimlik” in de bundan etkilenmiş olması muhtemeldir. Türkiye açısından içerisinde bir devlet dönüşümünü, hükümet sistemi değişikliklerini, siyasal politik ve ekonomik gelişmeleri/değişimleri, iç ve dış birçok faktörü barındıran imparatorluğun son yüzyılı, kimlik konusunda da önemli değişikliklerin gözlemlenebileceği bir zaman zarfını işaret etmektedir. Bu zaman zarfı özellikle “kimlik” konusunda adeta bir laboratuar işlevi görecektir. İşte bu makalenin konusu bahsi geçen dönemde Türkiye’de yaşanan kimlik değişim/dönüşümünün yakın plana alınarak incelenmesidir.
..........
Tuğrul Korkmaz
Geçmişte Müslüman kadınlar siyasi partilerin iktidar savaşında araç olarak kullanılmış ancak seçimlerden sonra evlerine geri gönderilmişlerdi. İslamcı olsun olmasın ataerkil zihniyetin uzantısı niteliğindeki bütün siyasi partiler için bu geçerlidir.
Moriskolaştıktan sonra görünüşte Hristiyanlığı kabul etseler de Eski Hristiyanlar onların bu yeni kimliklerine hiçbir zaman güvenmemiş ve kendileri için uygun gördükleri bir zamanda da tamamen tasfiye yoluna gitmişlerdir. Günümüzde bu dramatik süreci iyi tahlil etmediğimiz takdirde dünyanın çeşitli bölgelerinde yaşayan sadece Müslümanların değil, ezilen pek çok milletin yaşadığı dramları anlamlandırmamız mümkün değildir
Peygamber dönemi siyasi formasyonunun tam anlamıyla bir devlet şeklini alması daha sonraki dönemlerde görülebilir; ancak peygamber döneminde; yetke (sulta), bu yetkenin kaynağı ve meşruiyeti ispatlamaya yönelen ve dine daveti esas amaç edinen, bu dava-ispat ekseninde şekillenen bir siyasi yapıdan söz edilebilir.
Duygusal boyutta özdeşleşebileceği kahramanlar ile hayalleri bir araya getiren sinema, devletin ideolojisi ile toplum arasında bir arabulucu gibidir. Genellikle ise bu arabuluculuk devletin hanesine artı puan yazdıran ikna ile sonuçlanır.
Sözleşmeyi haklılaştırmak için türev vazifesi gören rasyonalizm, aklı kutsamak adına, bütün etik ve ahlaki değerleri irrasyonel ve modası geçmiş yaftasıyla reddetmiştir.Geleneksel ilişki biçimlerinin ve dayanışma ruhunun kaybolması ile insan muhafazasız kalırken, devlet giderek daha fazla merkezileşmeye ve totaliterleşmeye başlamıştır.
Demokrasi Farabî’ye göre her türlü hazcılığı ihtiva edebilecek ve her türlü fasid fikrin ortaya çıkmasına neden olabilecek bir yönetimdir. Demokrasi herkese her şeyi yapması için serbestiyet tanıdığı için faziletli olması mümkün değildir.